Venedik, Suya Gömülmüş Bir Orman Üzerine Kurulu Şehir

Venedik batmaz. Venedik, direnir. Ahşaba, hayallere ve insan dehasına asılı kalır.
Venedik, büyülü kanalları, sessiz gondolları ve suyun üstünde süzülen saraylarıyla adeta bir masal dünyasından çıkmış gibi görünür. Ancak pek az kişi, bu zamansız güzelliğin altında şaşırtıcı bir gerçeğin yattığını bilir: Şehir, sağlam bir kara parçası üzerine değil, lagünün çamurlu zeminine batırılmış milyonlarca ağaç kütüğünün üzerine kuruludur.
Bin yıl önce, bölgedeki ilk yerleşimciler devasa bir zorlukla karşı karşıya kaldılar: Durgun ve sığ bir alanda nasıl bir şehir kuracaklardı? Cevap, hem yaratıcı hem de iddialı bir çözüm oldu. Uzak Alp ormanlarında, olağanüstü dayanıklılığıyla bilinen ladin, kayın ve meşe ağaçları kesildi ve taşındı. Bu ağaçlar, dikey olarak çamura batırıldı ve sağlam bir tahta tabanı yaratıldı.
Doğa kendisi bir mucizeyi gerçekleştirdi. Lagünün oksijensiz, doygun çamuru, ağaçların çürümesini engelledi. Yüzyıllar içinde, ağaç kütükleri taşlaşarak, taş kadar sertleşti. Venedik, bu batık ormanın üzerine büyük ihtişamını inşa etti.
Köprüler, saraylar, meydanlar – her şey bu sessiz direkler üzerinde yükseliyor. Venedik, zamanla, depremlerle, denizlerin yükselmesiyle mücadele ederek ayakta kalmayı başardı. Bu gizli yapılar, imkansızı gerçeğe dönüştüren cesaret ve vizyon sahibi insanlara ait bir miras olarak ayakta duruyor.
Bugün, Venedik’in dar sokaklarında yürürken veya Büyük Kanal’dan geçen köprülerde gezerken, adımlarımızın altında bir fosilleşmiş ormanın olduğunu hayal edemeyiz. Yüzyıllar önce, bu orman, gezegenin en ikonik yerlerinden birinin varlığını sürdürebilmesi için fedakârca kurban edilmişti.
Doğa ve insan dehasının birleşimiyle ortaya çıkan bu başyapıt, hala bizi büyülemeye devam ediyor.