Günün Hikâyesi / Sazlıktaki Baraka / Orhan Kibar

Bir vasiyet yaz da ölünce, bu barakayı bana bırak.
Nisan ayının ilk günleriydi, güneşli ama serin bir gündü. Yürüyüş yapmak için güzel bir gün, nereye doğru yürüsem acaba diye düşünürken, geçtiğimiz günlerde bir arkadaşım, Belediye den, yeni açılan bir parkın büfesini, ihaleyle aldığını ve işleteceğini, ancak büfenin çok eksiklerinin olduğunu, eksik kısımlarını da kendisinin yaptıracağını söylediği, aklıma geldi. Parktaki büfenin bulunduğu yer evime iki kilometre kadar uzaktaydı. Hem arkadaşımın büfesini görmüş olurum. Hem de iki gidiş iki dönüş dört kilometre yürüyüş iyi olur. Düşüncesiyle büfeye doğru yürüdüm. Büfeye yaklaşmıştım ki daire şeklindeki büfenin çatısında bir işçi elindeki kaynak makinesiyle, saçtan güneşliğin kaynağını yapıyordu. Bu ara da arkadaşım da, altmış yaşlarında, ağaran saçı sakalı, birbirine karışmış, üstü başı perişan bir adama, bir şeyler anlatıyordu. Yanlarına yaklaştım ve selam verip:
“Kolay gelsin. Nasıl gidiyor işler” diye sordum.
Arkadaşım da:
“Sağ ol hoş geldin. Gördüğün gibi büfenin etrafına güneşlik yaptırıyorum. Bir de şu yola yakın tarafa bir barbekülü ocak yaptırayım da orada, kebap, ciğer, tavuk, balık gibi şeyler pişirip satarım diye düşünüyorum. Geçenlerde bu düşüncemi balıkçı arkadaşlara da söylemiştim sağ olsunlar bir barbekü ustası göndermişler. İşte ustaya barbeküyü nereye yapacağını gösteriyordum.” Dedikten sonra:
“ “Seni ustayla tanıştırayım diyorum ama vallahi daha ben de adını bilmiyorum” deyip ustaya dönerek:
“Sahi usta senin adın neydi?” Diye sordu.
Usta:
“Dursun” diyerek, çalışmaktan nasır tutmuş elini uzattı.
Ben de:
“ Benim adım da Orhan” dedim. Tokalaştık.
Biz tokalaşırken arkadaşım:
”Biliyor musun Orhan, bu Usta, barbeküyü Yutong denilen gaz betondan yapıyormuş” deyince, şaşırdığımı belli ederek:
“Vallahi benim bildiğim barbekü tuğladan yapılır. Yutong tan yapıldığını ilk defa duyuyorum” dedim.
Arkadaşım:
“Vallahi bende ilk defa duydum” deyince,
Dursun Usta’nın:
“ Kolayı var. Size daha önce yutong tan, kendi evimin arkasına yaptığım barbeküyü gösterebilirim.” demesi üzerine,
Arkadaşım:
“ İyi olur gidip bir görelim bakalım” diyerek arabaya doğru yürüdü. Hep birlikte arabaya bindik. Arabada giderken, Dursun usta evinin deniz kıyısında, balıkçı barınağının yan tarafında olduğunu söyledi. Bunun üzerine arkadaşım, arabayı deniz kıyısına doğru sürdü. Ustanın adının, Dursun olması benim dikkatimi çekmişti, genelde Dursun adı Karadenizlilerde Lazlarda olur. Ama ustanın şivesi hiç te Laz şivesine benzemiyordu. Dayanamayıp sordum:
“ Dursun usta sen Karadenizli misin”?
Dursun usta gülümseyerek:
“ Adım Dursun diye soruyorsun değimli? Aslında evet Babam Karadeniz gürcülerinden ama Sivas ın Zara ilçesine yerleşmiş, ben de orada doğup büyüdüğüm için Sivaslı oluyorum. Ama adım ve burnum Karadenizli, gerçek lazım yani” diyerek, uzun ve eğri burnunu gösterince hep beraber gülüştük. Bu arada arkadaşım deniz kıyısına gelmişti ki,
Dursun usta:
“ İşte benim eve geldik şu sazlıkların önünde durabilirsin” Demesi üzerine, arkadaşım arabayı dediği yerde durdurdu. Hep beraber arabadan indik. Ancak ortada ev mev görünmüyordu.
”Yahu Dursun usta sen eve geldik diyorsun ama burada sazlıktan başka bir şey görünmüyor” demem üzerine,
Dursun usta:
“ Beni takip edin” diyerek sazlıkların arasına daldı bizde arkasından daldık. Sazlıkların arasından birkaç metre gitmiştik ki önümüze tahtadan yapılmış eğrelti bir kapı çıktı. Kapı telle tutturulmuştu. Dursun usta teli bir iki defa dolandırıp kapıyı açtı. Sazlıkların arasından patika yoldan üç beş metre kadar daha gitmiştik ki karşımıza kulübe ya da, baraka diyebileceğimiz bir ev çıktı.
Dursun usta:
“ İşte! Benim fakirhane evim. Evim dediğime bakmayın siz, baraka desek daha doğru olur. Ama bu gördüğünüz bu barakayı ben kendi, ellerimle yaptım. Malzemelerin çoğunu sağdan soldan çöpten buldum. Hepsi de atık malzemeden, bir tek tavanı kamıştan beni en çok yoran da o kamışlar oldu.” derken, bu arada barakanın kapısını açıtı. Eliyle buyur ederek, bizi içeri davet etti. Tavana bakarak ve göstererek:
“Nasıl olmuş kamıştan tavan ?” diye sordu.
Ben: “Çok güzel olmuş” der demez,
Usta:
”Eee! çok emek harcadım çok “ dedi ve evinde misafir ağırlayacak mış gibi heyecanla evini tanıtmaya başladı:
”İşte burası oturma odası gelen misafirlerle Allah ne verdiyse burada yiyip içiyoruz” diye anlatmaya başladığı sırada, bir sehpanın üzerindeki, bizim kennip dediğimiz su kabağından yapılmış, bir insan başı biblo dikkatimi çekti. Su kabağının sapı burun olmuş, yuvarlak midye kabuklarından göz, uzun ince midye kabuklarından ağzı ve fırçadan sakalıyla komik bir görüntüsü vardı.
Ben gülümseyerek:
”Bu da kim” diye sordum.
Dursun usta da gülümseyerek ve diline Karadeniz şivesi vererek:
” Ha o mi kim dur? Sizi tanişturayum o benim arkadaş um Temel dur da!” demesi üzerine, ben:
“ Allah Allah sen Dursun, bu da Temel ha! Vallahi helal olsun, burada da kendine bir Temel bulmuşsun” demem üzerine hep beraber gülüştük.
Dursun usta evini tanıtmaya devam etti. Girişin hemen sol tarafında kapısı olmayan bir odayı göstererek:
“İşte burası da yattığım yer.” diyerek önemsiz bir tavırla eliyle gösterip geçti. Zaten oda da da bir tek tahta divan ve üstüne rastgele atılmış bir battaniye vardı. Odanın bu halinden ve odayı gösterirken takındığı tavırdan anlaşıldığı kadarıyla, Dursun usta yattığı yere önem veren biri değildi. Dursun usta girişteki oturma odasın dan arakaya açılan eğrelti bir kapıyı açarak dışarı çıktı. Biz de arkasından çıktık ve:
“İşte size bahsettiğim yutong tan yapılma barbekü.” diyerek eliyle gösterdi. Övündüğünü her halinden belli edecek şekilde ve övüngen bir ses tonuyla:
“Gördüğünüz gibi davlumbazını bile youtong tan yaptım”dedi. Arkadaşım barbeküyü şöyle bir inceledikten sonra, barbeküyü kaç liraya yapacağını sordu aralarında geçen kısa bir pazarlık sonunda anlaştılar. Dursun usta sevinçli bir şekilde, balıkçı barınağına çok yakın ana yol üzerinde bir çay ocağı açtığını bu işten alacağı parayı da bu çay ocağına harcayacağını, paraya ihtiyacı olduğu anda bu işi alması, kendisi için çok iyi olduğunu, anlattıktan sonra, hep beraber çıkıyorduk ki,
Dursun usta:
“ Size bir şey de ikram edemedim. Vallahi kusura bakmayın” derken barakanın ön tarafında ektiği salatalıkları göstererek:
“ Şuraya salatalık ekmiştim “ deyip, salatalıkların yapraklarını karıştırıp arasından bir süngüç boyunda iki tane salatalık buldu ve:
“ Bunlar hormonsuz tamamen organik” diyerek salatalıkları verdi.
Ben salatalığı yıkamak için çeşme bakındım. Göremeyince:
“Çeşme içerde mi? Dursun usta” diye sordum.
Dursun usta gülerek:
” Yahu çeşme de neymiş burada çeşmenin kaynağı var. Gelin bakın” diyerek bizi barakanın yan tarafına doğru çağırdı. Gerçekten de yerden büngül büngül su kaynıyordu. Dursun usta eğildi iki avucunu suya daldırdı avucundaki suyu kana kana içti.
Bize dönerek:
“Çok güzel bir su bu, çekinmeyin için “ dedi. Eğilip bir avuç su da ben alıp içtim gerçektende buz gibi ve tertemiz bir su, sazlığın içinde böylesine güzel bir kaynak su olacağı kimin aklına gelir.
Ben:
” Vallahi helal olsun sana Dursun usta, barakanı da öyle bir yere yapmışsın ki, suyu da beleşe getirmişsin, su faturası derdin yok. Elektrik işini nasıl ettin” diye sorarken,
Dursun usta, lafı ağzımdan aldı:
”Elektrik te beleş yolun kıyısındaki elektrik direğine kanca attım on beş yirmi metre kabloyla o iş te tamam” dedi gülerek,
Arkadaşım:
“Vallahi senden rahatı yok Dursun usta, benim her ay elektrik, su, telefon faturası ödemekten, feleğim şaşıyor. Ne güzel senin hiç fatura derdin yok. Barakanın kıymetini bil.”dedi ve çıkışa doğru yürürken:
“Haydi, gidelim artık” dedi. Hep beraber geldiğimiz patika yoldan tek sıra halinde yürüyerek çıktık. Arabaya bindik yüz metre kadar gitmiştik ki,
Dursun usta Yolun kıyısındaki bir büfeyi göstererek:
“İşte benim çay ocağı burası komşuma emanet etmiştim. Çay demlemişse birer çay içelim de öyle gidersiniz” demesi üzerine arkadaşım arabayı durdurdu. Arabadan inen Dursun usta, yine bir büfe de olta misine ve balık yemi satan komşusuna:
“Çay demledin mi? Komşu?” diye sordu.
Komşusu da:
” Evet, hem de daha yeni demledim tam içilecek kıvamda” diye cevap verince,
Dursun usta bizi eliyle çağırarak:
“ Komşum çayı daha yeni demlemiş gelin” diye bağırdıktan sonra büfeye girdi. Arkadaşım ve ben de arabadan indik ve büfenin önündeki oturaklara oturduk. Dursun usta da üç bardak çay doldurmuş çayları getirip yanımıza oturdu. Çay bardaklarını, Portakal kasası ters çevrilmiş, üstüne bir muşamba çakılarak, sehpa haline getirilmiş sehpa nın üstüne koydu. Bu arada, oturduğumuz oturaklar da kırık plastik sandalyelerin ayaklarını kısaltmış arka dayanak kısmını kesmiş, küçük oturaklar haline getirilmiş oturaklardı. Portakal kasasından yapılma sehpanın üstünde ki yutong tan yapılmış üstü midye kabuklarıyla süslenmiş kül tablalarını görünce, Dursun ustaya baktım ve artık konuşmaya bile gerek görmeden başım ve gözümle işaret ederek kül tablalarını gösterdim. Dursun usta da kaşının birini kaldırıp boynunu bükerek, çenesini de içe doğru çekip gülümseyerek sadece:
“Yani” deyip onları da kendisinin yaptığını ima etti. Çaylarımızı yudumlarken,
Ben:
“ Dursun ustaya, sazlığın içine baraka yapmak nerden aklına geldi” diye sordum. Dursun usta:
“ Aslında uzun hikâye ama ben özetleyerek anlatayım. Herhalde beş sene önceydi. Ailevi sebeplerden dolayı üçüncü hanımım dan da ayrılmıştım. Dörtyol da bir otel de kalıyor, İnşaatlarda çalışıyordum. Bir gün, otelin önündeki bir çay ocağında çay içerken adamın bir gelip selam verip yanıma oturdu. Otelde kaldığımı öğrenmiş olacak ki otelde kalıyormuşsun, kimin kimsen yok mu diyerek konuşmasına başladı. Adamın konuşmasının özeti olarak adam portakal bahçesine bekçi arıyormuş. Bahçesinde de yıkık dökük eski bir ev varmış, bana sen inşaatçısın evi tamir edip o evde kalabilirsin senden ev kirası almam bu arada bahçeye de göz kulak olursun diyordu. Yani kısaca evde kalmam karşılığında bedava bekçilik yapmamı istiyordu. Adama, otelde kaldığımı öğrendiğine göre benim şarapçı olduğumu da öğrenmişsindir. Ben içerim ona göre dedim. Adam zaten oturacağın ev bahçenin içinde senin içtiğini kim görecek önemli olan sen bahçeye sahip çık yeter. Dedi. Bahçe nerde diye sorduğum da Deniz kıyısında olduğunu söyledi. Şehre baya uzak işe gidip gelmek sorun olur. Dedim. Adam ben zaten yeni bisiklet alacaktım. Sana benim bu bisikletimi veririm bununla da işine gidip gelirsin deyince, düşündüm. Otel parası vermek zaten zoruma gidiyordu. Adamın teklifini kabul ettim. Adamla birlikte bahçeye ve içindeki eve gittim. Ev sıvası dökülmüş, kapısı, penceresi kırık, çatısı çökük kiremitleri kırık kısaca metruk bir ev sadece odanın biri sağlamcaydı. Neyse en azından bir odası sağlam görünüyor. Bu odada kalırken diğer yerleri yavaş yavaş tamir ederim dedim ve o evde kalmaya başladım. Aşağı yukarı bir sene olmuştu. Ben bu arada evi sıvadım çatısını onardım kapı pencere taktım boyasını yaptım kısaca o metruk evi pırıl pırıl bir ev haline getirdim. Adam bir gün gelip bana içip içip bağırıyormuşsun komşular senden şikâyetçi kusura bakma evimden çık demesin mi? Evet içiyorum ama ben kimseyi rahatsız etmiyorum. Zaten benim içtiğimi sende biliyordun. Bu işte bir yanlışlık var. Deyince, adam yanlışlık manlışlık yok. Komşular senden rahatsız evi hemen boşalt demesin mi? Benim kafamın tası attı. Adamın niyetini anlamıştım. Adam meğerse bekçilik mekçilk hikâye, derdi eski evini yeniletmek miş. Hemen boşaltıyorum. Diyerek kazmayı elime aldım. Evi tekrar eski haline getirdim. Çektim gittim. Kafam bozuk deniz kıyısında dolaşırken balıkçılar beni gördü. Hayrola usta kafan neye bozuk dediler. Ben de bu olayı anlattım. Balıkçılar niye canını sıkıyorsun be ustam ustalık senin elinde işte şu sazlığın kıyısına da sen bir kulübe yap otur dediler. Balıkçıların bu teklifi kafama yattı. Gerçi onlar sazlığın kıyısına dediler ama ben sazlığın ortasına yaptım ki kimse benden rahatsız olmasın benim de kafam rahat etsin diye düşündüm ve gördüğünüz barakayı yaptım. Sağ olsunlar balıkçılar bana çok yardımcı oldular. Onların verdiği akıl ve destekle yaptım bu barakayı, İşte barakanın hikâyesi böyle “ diyerek sözünü bitirdiği sırada,
Arkadaşım, yarı şaka yarı ciddi bir tavırla:
“Bir vasiyet yaz da, ölünce bu barakayı bana bırak yabancıya gitmesin” dedi. Arkadaşımın bu sözü üzerine,
Dursun usta gülerek:” Ohooooo! Baraka için o kadar vasiyet isteyen var ki, bildiğin gibi değil” dedikten sonra, yüzü birden ciddileşti ve:
“ Aslında vasiyet versem de boş, barakanın ne kiralık belgesi, ne de bir tapusu var. Ben ölürsem o sazlıktaki baraka ya, ancak baraka da yaşama cesareti gösteren sahip olur.” dedi.
– SON –