Dolar 39,5679
Euro 45,4626
Altın 4.284,38
BİST 9.102,02
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay 32 °C
Açık

”Söyle Bakalım Güzel Kızım, Benim Koğuşum Mu Büyük Yoksa Senin Dünyan Mı?”| Tamer Dursun

”Söyle Bakalım Güzel Kızım, Benim Koğuşum Mu Büyük Yoksa Senin Dünyan Mı?”| Tamer Dursun

On üç yaşında bir kızdı ve yaz kış demeden, her ayın son haftası, annesiyle beraber, hapishanedeki babasını ziyarete giderdi.

Küçük kız, her seferinde, sabah olmadan yataktan kalkar, şarkılar söyleyerek hazırlanır ve minik elini annesinin avucuna yatırıp, babası için yollara düşerdi. Her ziyaret başka heyecan, her ziyaret başka bir mutluluktu. Hapishane önünde, bir türlü geçmek bilmeyen zaman ve en sonunda nihayet kocaman demir parmaklı kapıların ağır ağır iki yana açılması…

Kapıda duran görevliler, çocuk, genç, kadın, ihtiyar demeden. ziyaretçileri itip kakar, her fırsatta onlara hakaret ederlerdi. Kız, suratsız gardiyanları, demir kapıları ve sonu gelmeyen aramaları geçene kadar kan ter içinde kalır, ama yine de tek kelime sitem etmezdi. Çünkü, kocaman çirkin elleri olan o asık suratlı, kaba saba gardiyanlardan çok korkar ve kalbini sıkıştıran korkusunu içine gömerdi. Aslında, kızın bu korkusu sadece gardiyanlardan  değildi. Babası gözlerinin önünde, yerlerde sürüklenerek götürüldüğünden beri her şeyden ve herkesten korkmaya başlamış, içine kapanmıştı. Babasının dipçik ve küfürler altında ondan koparıldığı geceyi hiç unutamıyordu.

O vakitler henüz on yaşındaydı. Herkes uykudayken, kapıları kırılmış, evdekiler şaşkınlık ve çığlıklarla yataklarından  fırlamışlardı.

Onlarca polis…

Dağıtılan eşyalar, yerdeki kitap ve dergilerin üstünde postal izleri…

Bileklere takılan kelepçe…

Babanın kanayan dudaklarından kopan slogan…

“İNSANLIK ONURU İŞKENCEYİ YENECEK!”

Sonra bir anda bütün sesler kesilmiş, baba kapının önünde duran polis arabasına atılarak, bir bilinmeze götürülmüş ve bütün bu olup bitenlerin ardından küçük kıza tarifi mümkün olmayan bu korku kalmıştı.

Baba, kızının içini kemiren bu korkuyu bilir ve onu her gördüğünde, gülümseyerek ”Söyle bakalım güzel kızım, benim koğuşum mu büyük yoksa senin dünyan mı?” diye sorar ama kız babasının ne demek istediğini anlayamaz, ”Aman baba ya, bu nasıl bir soru böyle?.. Elbette benim dünyam senin koğuşundan çok daha büyük” diye cevap verirdi.

Her defasında aynı soru…

Her defasında aynı cevap…

Evde, sokakta, sevinçte, üzüntüde, sabah uyanırken, gece uyurken geçen babasız üç yıl, kıza üç yüz yıl gibi geliyordu. İnsanlardan uzaklaşmış, içine kapanmış, umut etmez, hayal kurmaz, neredeyse hiç gülmez eğlenmez olmuştu. Ne yapsa, en etse, içindeki o korkudan kurtulamıyordu.

Yüreğindeki hasret arttıkça, küçük kız, babasından geriye kalan kitaplara sarılıyordu. Her ne kadar aklı kitapların içinde yazılanlara ermese de, bir zamanlar babasının parmaklarının ve gözlerinin değdiği o kitapları okumak onu inanılmaz mutlu ediyordu. O kitaplarda babasının kokusu, babasının akşam yorgunluğu vardı.

Kız gene bir sabah kitaplıktan rastgele bir kitap aldı ve sayfalarını karıştırmaya  başladı. O sırada kitabın sayfaları arasında, tükenmez kalemle düşülmüş bir notla karşılaştı. Kızın gözlerine inanamadı. Çünkü sayfanın köşesine ”Benim koğuşum mu büyük yoksa senin dünyan mı?” yazılmıştı. “Olamaz…” dedi kendi kendine. Bu söz, sürekli babasının ona sorduğu soru değil miydi? Kitabı kapatıp, kapağına baktı. Siyah beyaz kapakta, daha önce hiç görmediği, tanımadığı üç gencin fotoğrafı vardı ve kitap bu  üç gencin hayatını anlatıyordu.

Nefes nefese koltuktan kalktı, elindeki kitabı sırt çantasına koydu ve annesine haber vermeden hızla evden çıktı. Kızın, her yalnız kalmak istediğinde, gittiği ve herkesten gizlediği, sahipsiz, bakımsız ama bir o kadar da huzurlu bir bahçesi vardı. Koşar adımlarla bahçeden içeri girdi, kendine incir ağacının altında bir yer bulup, toprağa oturdu ve hemen çantasından kitabı çıkarıp, okumaya başladı.

Aradan saatler geçmiş ve kız, üç gencin anlatıldığı kitabı sonuna kadar okuyup, bitirmişti. Kitabı okurken, sayfalara düşen gözyaşı, kalbine saplanan acı, kitapta anlatılan gençlerin tertemiz yüzleri, kavgaları, direnişleri, düşleri…

Gözlerini kapattı, babasını düşündü.

“Seni çok özledim baba…” dedi.

Kitabın kapağına bir damla yaş düştü.

Kitaptaki üç gencin öyküsü de babasının hayatına benziyordu. O delikanlıların çocuklukları, gençlik yılları, gözaltılar, soruşturmalar, işkenceler, tutuklanmaları ve idam edilişleri…

Kız eve gitmeden önce bir daha notun olduğu sayfayı açtı ve okumaya başladı.

”Benim koğuşum mu büyük yoksa senin dünyan mı?”

“Ah be baba!” dedi kız. “Bu senin yazın…”

İncir ağacının yaprakları arasından havalanan üç kuş gökyüzüne doğru kanat çırpmaya başladı.

Kız başını kaldırıp kuşların ardından baktı. Gökyüzünün koynu yıldızlarla doluydu. Uzun zaman sonra ilk defa yıldızlara baktığını hatırladı ve biraz önce okuduğu kitap da ‘Yıldızları görmek için başını göğe kaldırmalısın” diye bitiyordu.

Gülümsedi.

Evet, artık onun da artık yıldızları görmek için başını kaldıracak cesareti vardı. Babasının ne demek istediğini anlamıştı.

“Cesurlar, sadece cesurlar yıldızları görebilir…”

Küçük kız o gece heyecandan uyuyamadı. Çünkü ertesi günü yine ziyaret günüydü. Sabah, annesiyle birlikte, hapishaneden içeri girdiklerinde, baba onları gülümseyerek karşıladı. Bir süre sonra, tam ziyaret saati bitmek üzereyken, baba kızına gene aynı soruyu sordu. “Eee kızım,… Söyle bakalım. Benim koğuşum mu büyük yoksa senin dünyan mı?”

Kız uzun uzun hayranlıkla babasının gözlerine baktı ve “Senin koğuşun büyük baba ama benim dünyam da bir o kadar büyük. Küçük olan korkakların dünyasıdır.”

Baba gururla elini aradaki cama koydu. Kız da öbür taraftan aynısını yaptı. Avuçları birbirine değdi.

İkisinin de gözleri buğulandı.

Sesleri titremeye başladı.

“Haklısın kızım… Hem de çok haklısın…” dedi Baba. “Devrimciler nerede olurlarsa olsunlar, gökyüzü kadar, deniz kadar, dağlar kadar özgürlerdir kızım… Ozan’ın da dediği gibi, artık özgürüz ikimiz de.”

***

O kitapta hayatları anlatılan üç genç, halkın ve umudun çocukları Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’dı. Onlar ölümlerinden sonra bile yüreklerinin ışıklarıyla memleketi aydınlatmaya devam ediyorlardı.

Kız eve dönerken, başını otobüsün camına yasladı, babasını, Deniz’i, Yusuf’u, Hüseyin’i ve diğer devrimci abilerini, ablalarını düşündü. İçindeki kelebekler dans etmeye başlamıştı. Gülümsedi ve cama nefesiyle buğu yapıp bir kalp çizdi.

”Senin koğuşun büyük baba ama benim dünyam da bir o kadar büyük. Küçük olan korkakların dünyasıdır.”

 

t a m e r d u r s u n

Administrator
Editörden Yazı Atölyesi, Çağdaş Türk ve Dünya Edebiyatı’nı merkezine alan bir Websitesidir. Yazı Atölyesi’ni kurarken, okurlarımızı günümüzün nitelikli edebi eserleriyle tanıtmayı ve tanıştırmayı hedefledik. Yazarlarımız, Yazı Atölyesi’nde, edebiyat, sanat, tarih, resim, müzik vb. pek çok farklı alandan bizlere değer katacağını düşünüyoruz. Bu amaçla, sizlerden gelen, öykü, hikaye, şiir, makale, kitap değerlendirmeleri, tanıtımı ve film tanıtım yazıları, anı ve edebiyata ilişkin eleştiri yazılarla, eserlerinize yer veriyoruz. Böylelikle kitaplarınızla eserlerinizin yer aldığı Yazı Atölyesi’nde, dünya çağdaş edebiyatı ile sanatın pek çok farklı alanında değer katacağına inanıyoruz. Yazı Atölyesi kültür sanatın, hayatın pek çok alanını kapsayan nitelikli edebiyat içerikli haber sunar. Bu nedenle başka kaynaklardan alınan, toplanan, bir araya getirilen bilgileri ve içerikleri kaynak belirtilmeksizin yayına sunmaz. Türkçenin saygınlığını korumak amacıyla ayrıca Türk Dil Kurumu Sözlüğünde önerilen yazım kuralları doğrultusunda, yayınladığı yazılarda özellikle yazım ve imla kurallarına önem verilmektedir. Yazı Atölyesi, üyeleri ve kullanıcılarıyla birlikte interaktif bir ortamda haticepekoz@hotmail.com + yaziatolyesi2015@gmail.com mail üzerinden iletişim içinde olan, bu amaç doğrultusunda belirli yayın ilkesini benimsemiş, sosyal, bağımsız, edebiyat ağırlıklı bir dijital içerik platformudur. Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz. http://yaziatolyesi.com/ Editör: Hatice Elveren Peköz Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz.   http://yaziatolyesi.com/   Editör: Hatice Elveren Peköz   Email: yaziatolyesi2016@gmail.com haticepekoz@hotmail.com   GSM: 0535 311 3782 -------*****-------
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.