Dolar 35,9677
Euro 37,1790
Altın 3.307,49
BİST 9.951,65
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay 13 °C
Az Bulutlu

Günün Kitabı | Kaz Dağları’ndan Toroslar’a | Amed Gökçen

27.01.2025
41
A+
A-
Günün Kitabı | Kaz Dağları’ndan Toroslar’a | Amed Gökçen

“Kaz Dağları’ndan Toroslara: Tahtacı Türkmen Alevileri” kitabı İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları…

 Amed Gökçen, Bade N. Çayır ve Zeynep Altop’un 2015’ten beri yürüttükleri çalışma, “Kaz Dağları’ndan Toroslara: Tahtacı Türkmen Alevileri” ismiyle İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları tarafından basılmış.

Tahtacı Türkmen Alevileri

Torosların Adana’dan başlayıp Muğla’ya kadar devam eden Akdeniz hattı ile Aydın, İzmir, Çanakkale Kaz Dağları hattındaki ormanlarda ağaç kesim işlerini yapan topluluklara Tahtacılar denir. Günümüzde geçimlerini sürdürmek için daha çok kasaba ve şehirlere yerleşmişlerdir.

Selçuklu beylikleri dönemine kadar uzanan Tahtacıların tarihi ve kimlikleri hakkında farklı görüş ve değerlendirmeler olsa da Osmanlı tersaneleri ve inşaatlar için ağaç kesip tahta biçtikleri ve bu ağaç işleri mesleğini Cumhuriyette de devam ettirdikleri açık bir kesinliğe sahip. Tahtacılar, yaptıkları işin gereği olarak ormanlık bölgelere yerleşmişler, neredeyse bin yıldır ormanın dünyasının bir parçası olarak çadırlarda yaşamış ve özellikle Osmanlı merkezi idaresinden uzak durmaya çalışmışlardır.

Mesele devletin ayırımcı, tekçi (Türk, Sünni, Hanefi) ve baskıcı politikalarıyla da bitmiyor. Süha Arın’ın belgeselinde konuşan orman işçisi Ali Şimşek “Bize genel olarak Tahtacı diyorlar. Tahtacı deyince bazı çevreler öcü görmüş gibi bunu başka bir tanımla değerlendiriyorlar” diyerek, bu tarihsel sorunun toplumdaki kökleşmiş algısını ifade ediyor.

Bir ağacı kesebilir mi insan?

Süha Arın öğrencisi Nesli Çölgeçen ile birlikte 1979’da Antalya Elmalı kazası bölgesindeki Tahtacılarla ilgili bir belgesel yapar. Belgeselin masrafını tamamen cebinden karşılayan Arın, filminin adını “Tahtacı Fatma” koyar.

“Benim adım Fatma Şimşek. İlkokulu bitirdim. 12 yaşındayım. Babam tahtacılık yapıyor…” diyen Fatma’ya yönelen kamera bize, Fatma’nın ve naylon çadırlarda yaşayan Tahtacıların ağır iş hayatını yalın, doğal diyaloglar yoluyla anlatır.

Bir orman işçisi “Var mı pulun, cümle alem kulun. Yok mu pulun, cehennemdir yolun” diyerek başladığı yokluk ve yoksunluk anlatısına “Ama işçi iki yerde göz önüne alınıyor. Birisi harpte, birisi seçimde, birisi de devlet angaryasında. Sigortamız yok, sendikamız yok, haklardan mahrumuz, bir ilk yardım çantası bile vermiyorlar… Çocuklarımızı okutmasını bilmiyor muyuz? Ama nasıl okutalım?” diye devam eder.

Harp, seçim, angarya…sade, doğrudan ve net bir tespit!

Belgeseli ilk izlediğimde dikkatimi en çok ormanda yaşayan o yoksul insanların düzgün konuşmaları, hayata dair farkındalıkları, sorunlarını ifade edişlerindeki neden sonuç ilişkisini kurmaları çekmişti.

Süha Arın, “Tahtacı Fatma” belgeseli üzerine yaptığı söyleşide şöyle diyor: “Beni ve ekibin diğer elemanlarını şaşırtan en önemli olgulardan biri de o kadar aydın fikirli, o kadar ileri görüşlü insanlardı ki, donup kaldık hepimiz. Açık fikirliler. Sorulara net cevaplar veriyorlar. Kendilerini çok iyi yetiştiriyorlardı. Sürekli okuyorlardı. Ve sürekli tartışıyorlardı. Türkiye gündemini takip ediyorlardı. Dünya gündemini izliyorlardı. Bu bizi çok etkiledi. Çekimlerdeki konuşmalar tamamen doğaçlamadır.”

Arın’ın ilk belgeselinden 35 yıl sonra “İki Ağaç İçin” adlı bir başka belgeselde Tahtacı Fatma evlenmiş, Elmalı’ya yerleşmiş, iki yetişkin çocuk sahibi olmuş halini izliyoruz.

“Büyüklerimiz semah döner, bizler oyun oynardık” diyen Fatma, ormanın güzel olduğunu, özgürlük olduğunu söylüyor. “Bir ağacı kesebilir misin? Kesemezsin! Biz orman işletmesinin bize gösterdiği yaşlı işaretli ağaçları keserdik.” VE

Ağaç kesme duası.

” Bismişah, Allah, Allah.

Ormanın süsüydün,

Ağacın hasıydın,

Adem’in beşiğinde,

Kapının eşiğinde sen varsın,

Geçimim senden,

Affını diliyorum”.

Üç defa niyaz ediliyor, kesilecek ağaç fazla ise Cebrail (Horoz) kesilip, kanı ilk kesilecek ağacın köküne akıtılıyor ve pişmesi için kadınlara veriliyor. Kadınlar horozu almadan önce ağaca niyaz ediyor ve horozu alıyorlar.

“Bizi bu dağlarda açlıktan, yokluktan, kazadan, beladan koru,

Haram lokma odamıza uğratma,

Kötüye, uğursuza uğratma,

Yolumuzu doğruluktan şaşırtma,

Dağların tüm nimetlerine aşk ola,

Allah, Allah”.

Ve ağaca balta vuruluyor .

Bir tarafta “Orman yangınlarında bize yangın var diye söylenmesine lüzum yok. Bir menfaate dayanarak değil, içimizden ormana karşı gelen bir sevgiye dayanarak orman yangınlarına gideriz. Ben o ormandan çoluğumun çocuğumun nafakasını alırım. Orman benim için hazine” diyen Fatma’nın ormana, doğaya bakışı; diğer tarafta ormanları taş ocakları, mermer ocakları, madenler ve özellikle de otel inşaatları için kesenlerin, yakanların bakışı.

Bir ağacı kesebilir mi insan?

Bu denli kokuşmuş ve çürümüş bir dünyada Tahtacı Fatma’nın bu sözü müstehzi gülümsemelerle karşılanabilir, naif görülebilir. Öyle ya; lümpenleşmiş sermayenin ve politikacıların ahtapot dünyasında ne önemi var ki bu sözün?

Hayır!

Yaşamak zorundayız; doğamızı, havamızı, suyumuzu, ağacımızı, börtü böceğimizi korumak zorundayız. Onlarla varız biz.

Sermaye odaklı politikaların insana ve doğaya düşmanlığının ulaştığı merhametsizliğini, sevgisizliğini, sömürüsünü ve alabildiğine yıkıcılığını tüm çıplaklığıyla ortaya seren bu sözü savunmaktan gayrı gideceğimiz bir yer yok!

Yürek yakan bunca olayların yaşandığı ülkemizde ormanın bir dünya ve Tahtacıların da o dünyanın bir parçası olduğunu doğal haliyle anlatan “Tahtacı Fatma” belgeseli, kurumuş dudaklarımızı ıslatan bir su gibi ferahlık sağlıyor..

 

Alıntı

Administrator
Editörden Yazı Atölyesi, Çağdaş Türk ve Dünya Edebiyatı’nı merkezine alan bir Websitesidir. Yazı Atölyesi’ni kurarken, okurlarımızı günümüzün nitelikli edebi eserleriyle tanıtmayı ve tanıştırmayı hedefledik. Yazarlarımız, Yazı Atölyesi’nde, edebiyat, sanat, tarih, resim, müzik vb. pek çok farklı alandan bizlere değer katacağını düşünüyoruz. Bu amaçla, sizlerden gelen, öykü, hikaye, şiir, makale, kitap değerlendirmeleri, tanıtımı ve film tanıtım yazıları, anı ve edebiyata ilişkin eleştiri yazılarla, eserlerinize yer veriyoruz. Böylelikle kitaplarınızla eserlerinizin yer aldığı Yazı Atölyesi’nde, dünya çağdaş edebiyatı ile sanatın pek çok farklı alanında değer katacağına inanıyoruz. Yazı Atölyesi kültür sanatın, hayatın pek çok alanını kapsayan nitelikli edebiyat içerikli haber sunar. Bu nedenle başka kaynaklardan alınan, toplanan, bir araya getirilen bilgileri ve içerikleri kaynak belirtilmeksizin yayına sunmaz. Türkçenin saygınlığını korumak amacıyla ayrıca Türk Dil Kurumu Sözlüğünde önerilen yazım kuralları doğrultusunda, yayınladığı yazılarda özellikle yazım ve imla kurallarına önem verilmektedir. Yazı Atölyesi, üyeleri ve kullanıcılarıyla birlikte interaktif bir ortamda haticepekoz@hotmail.com + yaziatolyesi2015@gmail.com mail üzerinden iletişim içinde olan, bu amaç doğrultusunda belirli yayın ilkesini benimsemiş, sosyal, bağımsız, edebiyat ağırlıklı bir dijital içerik platformudur. Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz. https://yaziatolyesi.com/ Editör: Hatice Elveren Peköz Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz.   https://yaziatolyesi.com/   Editör: Hatice Elveren Peköz   Email: yaziatolyesi2016@gmail.com haticepekoz@hotmail.com   GSM: 0535 311 3782 -------*****-------
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

Okey Oyna ankara chat istanbul chat