Benim babam | Kerim Özbekler

Gazeteci- Şaiir- Yazar…

Benim babam, Birinci Dünya savaşının başladığı 1914 yılında Özbekistan’da dünyaya gelmiş,. Tesadüfe bakın İkinci Dünya savaşına yirmi yaşına yaşında iken kardeşi ile birlikte iştirak etmiş. Kardeşinin üzerine bomba düşünce, kardeşi ölmüş.
Babam, yedi yıl savaş meydanlarında kalmış. Savaş bittikten sonra üç yıl Avusturya’nın Klegeunfourt Kentinde bulunan ‘Esir Kampı”nda yaşamış.
İngiliz’ler kampı boşaltma kararı alınca Fransa’ya gitmeye karar vermişler.
Babam, bir konuşmamızda bana dedi ki ”Arkadaşım 465 sırada idi. O gün kampa gelen Fransız Elçisi gideceklerin bu günlük, bu kadar olacağını açıkladı. Ertesi gün ben ilk sıradayım, fakat Fransız Elçisi esir kampından ayrıldıktan bir süre sonra kampa Türk Elçisi geldi. Bir miktar kişiyi Türkiye’ye götüreceklerini ifade etti. Bizimkilerden hiç kimse Türkiye diye bir devletin varlığından habersizdi.
Elçi bize, Türkiye’nin bir Türk Devleti olduğunu ve halkının Müslüman olduğunu açıkladı. Bu nedenle, ben Türkiye’ye gitmeye karar verdim. O gün işlemlerimiz tamamlandı ve birçok kişiyi İtalya’dan Türk Gemisi’ne bindirdiler. İki üç günlük bir yolculuktan sonra bizi İstanbul Tuzla’da bulunan deniz kenarındaki bir askeri tesise getirdiler. Gelir gelmez içinde zeytin olan kumanya dağıttılar.
Bizim Özbekistan’da zeytin yoktu. Kimse zeytinin ne olduğunu bilmiyordu. Kimisi bir iki ısırdı, acı diye zeytini olduğu gibi denize attı. Kim de çekirdeği ile yuttu. Sonra anlaşıldı ki çekirdeği çıkarılarak yeniliyormuş. Açlıktan, bir kısmı yemek zorunda kaldı.
Uzatmayalım…
İstanbul Tuzla’da bulunan askeri tesislerinde bir ay falan kaldık. Oradaki arkadaşların çoğu Adana’ya yerleşmek için ismini yazdırdı. Sıra bana geldiğinde, oradaki memur bana; ”Seni Aydın’a göndereyim. Bak, çok güzel bir memlekettir’ deyince, biz 16-17 arkadaş Aydın’a ismimizi yazdırdık.
“İlk günler iş yok, para yok, bilgi yoktu. Çok zorluk çektik. Üç dört yıl sonra alıştık, ama gel bir de bize sor,” dedi.
İşin bu kısmını burada kesiyorum. Çünkü onun çok zorlu bir hayat hikâyeleri var. Ben on sekiz – on dokuz yaşlarında, babama şu soruyu sordum:
”Baba, Özbekistan Rus İşgaline uğrarken sizin devlet başkanınız ne yapıyordu?” dedim.
”Ayakta uyuyordu.” diye cevap verdi.
”Peki, başbakanınız ne yapıyordu?” dedim.
”O da ayakta uyuyordu.” diye cevap verdi.
”Peki, Genel Kurmay Başkanınız ne yapıyordu ?” diye sordum.
”Oğlum, bizim Genel Kurmay Başkanlığı, Rus’larla bir saldırmazlık paktı imzalamış. Öyle yaşayıp giderken, bir baktık biz komünist bir ülke olmuşuz.” dedi.
”Peki, baba gazeteci-yazar ve şairler çok uyanık olur.”
“Ülkenin tehlikede olduğunu onlarda mı farketmedi ?” diye sorunca,
”Oğlum, o zamanlar bizde gazeteci-yazar ve şair fazla yoktu. Hatta hiç yoktu desem, daha doğru olur.” dedi.
Babam, 1995 yılında seksen bir yaşında iken vefat etti. (Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun). Bütün babaların babalar günü kutlu olsun.
Bu arada siz siz olun, memleketiniz işgal edilirken ayakta uyumayın.
(20 Haziran 2021 Pazar-16.01)