Büyük Aşklar / Ayşe Kaygusuz Şimşek
Kendimle konuşmaya başlıyorum.
Birinci gün, duruyorum. İkinci gün, idare ediyorum. Üçüncü gün, şaşırıyorum. Dördüncü gün, yerim göğüm ateş oluyor. Beşinci gün, hiçbir şeyi gözüm görmüyor. “Ara!” diyorum kendime. Sesini duymak ilaç gibi!
Bütün işleri bırakıp, telefona uzanıyor elim. Pencereye yaklaşıyorum. Kanepenin kenarına yaslanıyorum. Perde kapalı. Bütün benliğim ona odaklı. Önce kısa hattı tuşluyorum. Tesadüf, çalıyor.
“Merhaba,” diyorum.
“Merhaba,” diyor. Durgun!
Yerine getiremediği ya da istediği gibi yaşayamadığı bazı şeylerin üzgünlüğünü ifade eden kısık bir ses tonuyla.
“Nasılsın, ne yapıyorsun?”
“İyiyim, bir şeyler yapmaya çalışıyorum işte. Sen nasılsın, sağlığın nasıl?”
“İyiyim, fena sayılmam.”
“Ne yapıyorsun, evde misin?”
“Yok, Artvin’ e doğru gidiyorum. Otobüs mola verdi de, mola yerindeyiz.”
“Yani Türkiye’desin.”
“Evet.” Soluğum kesiliyor!
Acıyan yüreğimin sızılarını dindirmeye gayret edercesine anlatmaya devam ediyor.
“İstanbul, Ankara üzeri geldim ama Ankara’da kalmadım. Giderken de İstanbul üzeri hemen geri döneceğim.”
Konuştukça kendi sızılarını ele veriyor. Sesim soluğum donuk… Kalbim duruyor! Canımsa, çıkmak bilmiyor!
O, benden daha rahat görünmeye çalışarak, “Yaramaz bir şey yok değil mi?” diyor.
“Daha ne olsun!” Şimdi, susma sırası ona geçiyor…
Büyüyen gözlerimde donduruyorum çaresizliğini. O’nun yerine koyuyorum kendimi. Gitmek… kalmak…
“İşin gücün rast gelsin. Sana kolay gelsin. Kendine çok iyi bak,” diyorum.
“Sağ olasın, sen de kendine iyi bak. Tamam.” diyor. İyi yolculuklar diliyorum.
“Öpüyorum,” diyor, “Kocaman öpüyorum.” Öperken sesi yükseliyor.
Yatağını oyan dere gibi, eriyor içimiz!..
Ayşe Kaygusuz