Günün Hikayesi | Leyla’yı Leyla Yapan Mecnun’dur | Tamer Dursun
Dervişin S/Özü
Yine bir imza günü için İstanbul’daydım ve Beyoğlu’nda üçüncü sınıf bir otelde ilk gecemdi. Saat beşe geliyordu ve ne ettiysem, uyuyamamıştım. Baktım olacak gibi değil, bir şeyler atıştımak için karanlığa aldırmadan, İstiklâl Caddesi’ne çıktım ve yol üzerinde bulduğum ilk kahvaltı salonuna girip cam kenarındaki masaya yerleştim.
Tam kahvaltıma başlamıştım ki camın diğer tarafından bana bakan bir çift göz!
Çiseleyen yağmurun ve karanlığın içinden, perişan halde bir kadın…
Yüzü vitrin camında…
Yüzünde yaralar, kesikler…Yüzünde çilenin bin-bir çizgisi…
Kımılmadan, ağzımda dolandırdığım lokmaya bakıyordu ve o öyle baktıkça, sanki ağzımdaki lokma da büyüyordu.
Yerimden kalkıp yanına gittim.
Şaşırdı, ona vuracağımdan korkup elleriyle yüzünü kapattı.
Yavaşça omuzunu tuttum. Bu kez de durup, ellerimize baktı.
Gülümsedim ve elinden tutup masaya getirdim.
Karşımdaki sandalyeye oturdu.
Şaşkındı.
Huzursuzdu ve sürekli bir bana, bir tabağıma bakıyordu.
Garson asık bir suratla yanımıza geldi. Kadını dükkâna sokup, üstüne bir de masaya oturtmam hiç hoşuna gitmemişti.
Görmezden geldim ve “Lütfen, hanımefendi için de bir kahvaltı.” dedim. Söylenerek yanımızdan ayrıldı.
Çayımdan bir yudum alıp, karşımda oturan, her halinden evsiz yurtsuz ve kimsesiz olduğu anlaşılan kadına baktım.
Elleri soğuktan morarmıştı.
Parmağında tel bir yüzük vardı ve o anlamsızca tel yüzüğü çevirip duruyordu.
Gözleri kocaman ve masmaviydi. Yanaklarında bıçak izleri, alnında da büyük bir yara vardı, burnu akıyordu.
Mendilimi cebimden çıkardım.
Korkuyla geri çekildi.
Ani hareketlerden korkuyordu
Usulca burnunu sildim. Silmemi beğenmemiş olacak ki, tutup bir de o kolunu burnuna sürttü. Bu yaptığı ikimizi de komik gelmişti. Gülmeye başladık.
Bu arada garson kahvaltıyı getirip, en ruhsuz haliyle kadının önüne bıraktı.
Öyle açtı ki, tabağındakileri nefes almadan yemeğe başladı. Rahatlıkla kahvaltısını bitirebilsin diye, sigara içmek için kapının önüne çıktım.
Geri geldiğimde, önündekileri bitirmiş, tabağımdakilere girişmişti. Beni görünce utandı ve durdu. Tabaklarımızı değiştirdim. Garson çayları tazeledi.
Biraz daha rahatlamıştı. Elindeki çay kaşığıyla tabağına şekiller çiziyordu.
”Leyla’yı Leyla yapan Mecnun’dur” dedi.
Anlamamıştım.
”Efendim?” diye sordum.
”Leyla’yı diyorum… Leyla’yı Leyla yapan Mecnun’dur”
Benim salak salak baktığımı görünce ”Leyla güzel bir kadın değildi, Mecnun onu sevdi diye güzelleşti. Sen de öylesin. Seni seven, seni güzelleştirir yoksa aslında sen de çirkin bir herifsin.” diye devam etti.
Hiç beklemediğim bu sözlere karşısında söyleyecek bir şey bulamamıştım.
”Eyvallah…” dedim.
”Bak…Bak meselâ…Şimdi ben seni çok sevdim ve sen yine güzelleştin.” diyerek cebinden bir izmarit çıkardı. Tam masada duran çakmağımı alıp yakacakken garsonun öfkeli bakışlarını görüp vazgeçti.
”Sen beni sevdin, ben güzelleştim. Peki, sen ne kadar güzelsin?” diye sordum.
”Şimdi sen beni seviyorsun ve sen beni sevdiğin sürece, ben de çok güzelim…Ama…”
Sokağa baktı, gözleri doldu.
“Ama sokağa çıkana kadar…” dedi.
“Sonra?”
“Sonrası yok.” dalgın gözlerle dışarıya bakıyordu. “Sokaklar insan dolu. Sokaklar tıka basa mutsuz insan dolu. Özü çirkin olan, seni, beni nasıl güzel görsün? Olmaz, yapamaz. Oysa doğrum günlerinin, takvimlerin, pastada mumların hiçbir anlamı yok. İnsan yaşattığı kadar yaşamış sayılır. Mecnun çöle düşmeden önce, çöl Mecnun’un içine düşmüştü bir kere. Uçsuz bucaksız, susuz ve hiç kimsesiz bir çöl… Kimse bunu düşünmüyor. Sanıyorlar ki, aşk göze girmektir. Değil. Aşk gönüle girmektir, gönüle… Bu insanlar içinde semah dönmeyecekleri kalpleri dergâh bellemişler. Yazık…”
Sustuk…
Lavaboya gittim. Ellerimi yıkarken, ona para vermeyi ve üstüne başına bir şeyler almayı düşündüm. Düşüncesi bile beni mutlu etti.
Geri döndüğümde masada yoktu.
Etrafa bakındığımı gören garson ”Gitti abi gitti” dedi.
Üzüntüyle geçip yerime oturdum. Oturmamla şaşırmam bir oldu çünkü tabağımda adını bile bilmediğim kadının tel yüzüğü ve peçeteye yazılmış bir not duruyordu.
Heyecanla notu okumaya başladım.
“Her erkek cebinde mendil taşır ama içlerinden sadece adam olan, o mendille sevdiğinin burnunu siler. Beni sevdiğin için teşekkür ederim.”
Yüzüğü alıp dışarıya çıktım ve yüzümü döven soğuğa aldırmadan, avucumda sakladığım tel yüzükle otelin yolunu tuttum.
Biliyordum, o yüzüğün bana anlatacak çok özel bir hikâyesi vardı.
***
Özünüze rast gelesiniz…
Sevgiyle…
t a m e r d u r s u n