Avrupa Gazetesi Köşe Yazıları | Dursaliye Şahan

Esad ülkeni ne hale getirdin?
Putin Türkiye gündeminden çekilmemeye kararlı. Yumuşatma çabaları boşuna. Boğazdan füzelerle geçiş şovları filan parmak sallar gibi.
Köşelerden 3.dünya savaşı felaket senaryo çığlıkları atanlar da fazla bir şey bilmiyor. Bu adam niye böyle yapıyor gerçek sebebi muamma. Sadece uçak düştü meselesi olamaz.
Tahir Elçi filmi
Dursaliye Şahan
—————————
Arada bir film izliyoruz. Televizyondan. Çocuklar; “Yaa siz bunlara nasıl tahammül ediyorsunuz?” diyorlar ve hemen tık tık açıyorlar bir başka ülkenin filmi filan, “Alın bakın, tüm dünya bunu izliyor. Türk filmlerine takılmayın.”
Anneler ayağa kalkın
Salı, 24 Kasım 2015 18:00
Dursaliye Şahan
———————-
Bir ay önceden Troy Kitap Kulübü hazırlıklara başladı. Sevgi Soysal anılacak. Sunum Mesut Akın’a ait. 40 yaşında ölen o kadın kitaplarında ensest ilişkileri anlattığı için (toplasanız 10 sayfayı geçmez) aylarca hapis yattı.
İnce hesap Paris katliamı
Perşembe, 19 Kasım 2015 10:15
Dursaliye Şahan
—————————
Başucu kitaplarıma bir yenisi eklendi.
Tanrı Matematikçi mi? Mario Livio yazmış.
Mutlaka okumanızı öneririm. Ayağınızı nereye bastığınızı, gökyüzünde ne olduğunu bir çırpıda anlıyorsunuz.
Paris’te var 5 militan
Cumartesi, 14 Kasım 2015 15:30
Dursaliye Şahan
Oğlum arkadaşına güya şaka yapıyor:
“Hayırlı cumalar hacım!”
Tam o sırada kızım içeri girdi.
“Ay anne biliyor musun bu gün 13.Cuma?”
Efendim uğursuzluk alametiymiş.
Geceyarısına doğru Paris katliamı haberlere düşünce aklıma geldi.
Ortadoğu’nun hergün yaşadığı uğursuz cumaları bugün Paris mi yaşıyor?
Uyumak mümkün değil.
Şairlerden barış çığlıkları
Perşembe, 08 Ekim 2015 13:15
Dursaliye Şahan
—————————
Derler ki iyi şiir yazabilen her şey yazar. Hani bazı dizeler vardır. Böyle mıh gibi gelir yüreğinizin ortasına çakar. (Belirtmekte fayda var bahsettiğim şiirler bu tür olanlar.)
Ölü yıkamak
Cuma, 02 Ekim 2015 18:00
Dursaliye Şahan
Doğrusunu söylemek gerekirse Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı çok yaratıcı ve özgün buluyorum.
Yiğidi öldür ama hakkını yeme demişler. Kimsenin aklına gelmeyen onun aklına geliyor.
Yine 77 milyonu bir anda şaşırttı.
“Bir Müslüman, ölüsünü yıkayabilmeli.”
Aslında haksız da değil. Herkesin bir gün kaybedeceği en azından bir sevdiği birçok yakını yok mu?
Şair kapıları
Pazartesi, 28 Eylül 2015 16:15
Dursaliye Şahan
———————————–
Derler ki, Nazi Almanya’sında Adolf Hitler’in emriyle kapıların boyu küçültülmüştür.
Böylece kapılardan geçmek için eğilen mekan sakinleri farkında olmadan biat kültürüne alıştırılmış oluyorlardı.
Hitler gibi kapılar benim de hep ilgimi çekmiştir.
Ya bilim ya tanrı
Cuma, 24 Temmuz 2015 17:15
Dursaliye Şahan
———————————————————————————————————-
Mustafa Şahin Milli Eğitim Bakanlığına bağlı Bartın Sabri Çavuşoğlu Fen Lisesi’nde coğrafya öğretmeni.
2014 Nisan ayında hakkında bir soruşturma başlatıldı. Gerekçe: Öğrencilere popüler bilim kitapları önermiş olması.
O kitaplarda evrimden bahsediliyormuş.
Bilim kitabı olup da evrimden bahsetmeyenini bulmak zor haliyle.
‘Görülmüştür’ gördünüz mü?
Pazartesi, 13 Temmuz 2015 11:45
Dursaliye Şahan
—————————
Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı iki mahkumu affetti.
Çünkü yetkisi var. Birçok konuda olduğu gibi…
Haberi ilk duyduğumda aklımdan bir sürü isim geçti. Şudur inşallah… Yok yok bunun çıkması daha iyi hastalığı had safhayı buldu… E bunun da çocuğu yanında…
Mehmet Başaran’ın ardından
Pazartesi, 06 Temmuz 2015 15:00
Dursaliye Şahan
———————————–
İktidarların hoşlanmadığı vatandaşlar listesindeydi.
Müfettiş raporlarına; “….aşırı solcu, öğretmenlerin öğrencilere bir takım muzur kitaplar okutulduğu..” ifadeleri ile geçen Köy Enstitülerinden mezundu.
Sadece Köy Enstitütülü olduğu için 70 arkadaşı ile birlikte yedeksubaylık hakkı elinden alınarak çavuş çıkartılmış, sürgün tümenine dahil olmuştu.
Her seçim bir dövüş müdür?
Pazartesi, 27 Nisan 2015 15:45
Dursaliye Şahan
—————–
Dot’un geçen sezondan bu yana sergilenen oyunu Dövüş Gecesi nedense aklımda Seçim Gecesi olarak yer etti.
Yenilikçi tiyatro örneklerinden sayabileceğimiz oyun; izleyiciyi de içine alarak sahneleniyor ve seçimlere yaklaştığımız şu günlerde cuk oturmuş.
Devlet özür dilesin
Cumartesi, 29 Kasım 2014 07:47
Dursaliye Şahan
———————-
Daha çok parmak sallayarak söylenen cümlelerdir. Bazen giriş ‘Devlet baba!’ deyimi ile başlar.
Biraz daha alafrangası; ‘Şeriatın kestiği parmak acımaz!’
Acımaz olur mu? Parmak bu. Kim, nasıl keserse kessin bal gibi acır.
İyi de şeriat ya da devlet parmağımızı ya da herhangi bir yerimizi kesemez mi?
Kesmeli mi?
Kesmemeli mi?
Keserse ne olur?
Murat Bardakçı ve popo meselesi
(Dursaliye Şahan)
Cuma, 03 Ekim 2014 11:13
—————————-
Seneler ve seneler öncesi, Merdivenköy İlkokulundayız. Öğretmenimiz Meliha hanım. Din dersindeyiz. Hangi duaydı hatırlamıyorum ama kısa bir duayı 42 öğrenci sırayla okuyoruz.
Seçilmişler ülkesinde sanat ödülleri
(Dursaliye Şahan)
Cuma, 19 Eylül 2014 11:29
————————–
Ödül tartışması başlayınca birçok sanatçı dudak büker.
Hatta şunu da duyabilirsiniz “Sanat, sanat içindir, gerçek sanatçı ödül kabul etmez?”
Sanki başka bir gezegende yaşıyor yayınevlerinden, dağıtımcılardan, gözlerinin biri kapalı eleştirmenlerden, güdümlü okuyucudan bihaber sanırsınız.
(Dursaliye Şahan)
….
Dürsaliye Şahan
Çiçek Çocuklar ve İlkbahar Sonbahar
Dursaliye Sahan
Film çok övgü aldı ama nedense okuduğunuz hikayenin aklınızda kalan cümlelerini hatta sahnelerini arıyorsunuz. O bölüm nerde der gibig Ya da senaristin eklediği bir repliği hangi sayfada okuduğunuzu düşünüyorsunuz.
Neyse kısaca filmin konusunu aktarmak gerekirse; ikinci dünya savaşı sırasında Nazi subaylarının ortasında, Alman bir ailenin eline düşen küçük bir kız çocuğunun başından geçen dramatik olaylar.
Ne zaman Naziler ile ilgili bir film seyretsem aklıma şu gelir. Seri katilin, en acımasız canilerin bile iç dünyalarını anlatan onlarca film yapıldı. Hatta geçimini kiralık katil olarak sürdüren kahramanların aşkları ballıra ballıra defalarca işlenip neredeyse iyi ki kiralık katil olmuş dedirttiler. Peygamber gibi resmedilen karizmatik mafya babalarını saymıyorum bile.
Nazi subayları Mars’tan gelmediğine göre biz bunları anlatan hikâyeleri ne zaman izleyeceğizg Tarihteki en büyük soykırımını gerçekleştiren Adolf Hitler tek başına değildi ki. Onca adamı nasıl bu kadar kötü olabildig
Sıradan bir izleyici olarak bir Nazi subayının iç dünyasını ve motivasyonunu anlatacak hikâyeyi fena halde merak ediyorum. (Bir türlü ne olduğu çözülemeyen uyduruk Hitler filmlerini kast etmiyorum tabii.) Kim bilir belki bugün hâlâ devam eden onca savaşa da bir nebze olsun ışık tutabilir. Soykırımlar bitmedi ki…
İki hafta çabucak geçti. Dönüşte oğlum da kızım da aynı filmi izlemeye başladı. İğrenç bir Hollywood aksiyonuydu. Önümdeki menüde dolaşırken Yavuz Özkan’ın İlkbahar Sonbahar filmine rastladım.
Film 2009 yılı yapımı. Konu Yavuz Özkan olunca popüler bir çalışma olmadığını söylememe gerek var mıg
Çiçek çocuklarının hayali barış dolu bir dünyaydı. Ne yazık ki bu hayalleri giderek gök kuşağına dönüştü. Zümrüd-ü Anka efsanesine benzeyen o ütopya mümkün değil miydig


Gelecekteki şoklar
Paskalya tatilinde İstanbul’a gittik. Uçağa oturur oturmaz oğlum kulaklığı taktı. Ona baktığımı görünce hemen uzanıp bana da bir film açtı. Hiç niyetim yoktu ama iyi oldu. Epeydir aklımdaydı. Markus Zusak&39;ın neredeyse bütün dillere çevrilen Kitap Hırsızı sinemada da ses getirmişti. Bütün Nazi hikayeleri gibi. Yönetmen Brian Percival.Film çok övgü aldı ama nedense okuduğunuz hikayenin aklınızda kalan cümlelerini hatta sahnelerini arıyorsunuz. O bölüm nerde der gibig Ya da senaristin eklediği bir repliği hangi sayfada okuduğunuzu düşünüyorsunuz.
Neyse kısaca filmin konusunu aktarmak gerekirse; ikinci dünya savaşı sırasında Nazi subaylarının ortasında, Alman bir ailenin eline düşen küçük bir kız çocuğunun başından geçen dramatik olaylar.
Ne zaman Naziler ile ilgili bir film seyretsem aklıma şu gelir. Seri katilin, en acımasız canilerin bile iç dünyalarını anlatan onlarca film yapıldı. Hatta geçimini kiralık katil olarak sürdüren kahramanların aşkları ballıra ballıra defalarca işlenip neredeyse iyi ki kiralık katil olmuş dedirttiler. Peygamber gibi resmedilen karizmatik mafya babalarını saymıyorum bile.
Nazi subayları Mars’tan gelmediğine göre biz bunları anlatan hikâyeleri ne zaman izleyeceğizg Tarihteki en büyük soykırımını gerçekleştiren Adolf Hitler tek başına değildi ki. Onca adamı nasıl bu kadar kötü olabildig
Sıradan bir izleyici olarak bir Nazi subayının iç dünyasını ve motivasyonunu anlatacak hikâyeyi fena halde merak ediyorum. (Bir türlü ne olduğu çözülemeyen uyduruk Hitler filmlerini kast etmiyorum tabii.) Kim bilir belki bugün hâlâ devam eden onca savaşa da bir nebze olsun ışık tutabilir. Soykırımlar bitmedi ki…
İki hafta çabucak geçti. Dönüşte oğlum da kızım da aynı filmi izlemeye başladı. İğrenç bir Hollywood aksiyonuydu. Önümdeki menüde dolaşırken Yavuz Özkan’ın İlkbahar Sonbahar filmine rastladım.
Film 2009 yılı yapımı. Konu Yavuz Özkan olunca popüler bir çalışma olmadığını söylememe gerek var mıg
Çiçek çocuklarının hayali barış dolu bir dünyaydı. Ne yazık ki bu hayalleri giderek gök kuşağına dönüştü. Zümrüd-ü Anka efsanesine benzeyen o ütopya mümkün değil miydig
İstanbul’a gittiğimde Beyazıt Kütüphanesinden bazı eski gazetelerin fotokopisini istemiş, ben de göndermiştim.
Çalışmaları ağır ilerliyordu çünkü en ufak bir şüpheye yer vermemek için eline geçen bütün bilgileri belgelendirmeye özen gösteriyor, her zamanki titizliği ile kılı kırk yarıyordu. Hata yapmamak için sürekli birileri ile konuşup eline geçen bilgileri teyit ettiriyordu.
Bu arada henüz su yüzüne çıkmamış, her biri ayrı bir dram olan onlarca hayat hikayesi ile karşılaşıyordu.
Mübadele deyince aklımıza hep gayri Müslümler gelir ya, aslında başka bir gerçek daha var. Sadece Ermeni çocukları değil Müslüman çocukları da mübadeleden nasibini almış.
Memurlar araştırma zahmetine katlanmadıkları çocukları; “Bunlar da Ermeni çocuğu olmalı,” diyerek öz ana babasından koparıp İstanbul’daki kilise papazına teslim ettikleri onlarca Müslüman çocuğu olmuş.
Hani kaş yapayım derken göz çıkarmak gibi.
Milliyeti, dini, ırkı ne olursa olsun çocuk çocuktu ve her zaman yetişkinlerin gazabına uğruyordu ve işte bizim tarihimizde de (Osmanlı ve ondan sonraki Cumhuriyet döneminde) bir kez daha çocuklar mağdur edilmişti.
Hep düşünmüşümdür. Hiç mi bir devlet büyüğü akıl edememişg Bir insan, tek bir memur bile el atsaydı belki bunca acı yaşanmayacaktı.
Zeynep ablanın bulup çıkardığı o gerçek yaşam öyküleri bunca yıl ölü gibi niye arşivlerde kalmıştı kig
Hani bir söz vardır: “Allah kimseyi evladı ile cezalırmasın!”
Bu sözü söyleyen bizler ne yaman bir çelişki dir ki; kendi çocuklarımızı ne kadar sever ne kadar korursak başka çocuklara karşı da o denli duyarsız olabiliyoruz.
Geçen hafta Zeynep abla Yazar Kurken Surenyan’ın çocukluk hikayesini kaleme almış. Bu kadar acıyı bir çocuk nasıl kaldırabilmiş sonra da yazar olabilmiş anlamak mümkün değil. Okurken ağladım.
Kurken Surenyan artık aramızda değil. Onu kaybettik. Ancak Kurken Surenyan gibilerinin hayatı gördüğünüz gibi ölümsüz.
Bakın. Hiç tanımadığı, birileri tarafından bir gün yaşadıkları gün ışığına çıkartılabiliyor. Sonsuza kadar gözümüzün önünde kalsın diye de kayıt altına alınıyor.
Sağlıcakla kalınız.

Dursaliye Şahan
Ufolar Türkiye’ye inebilir
Ufolar içindeki uzaylılarla birlikte her an Türkiye’ye inebilir.Dünyanın bir çok yerine indiğini NASA bile doğrulamadı mıg Türkiye’ye neden inmesin kig Hatta belki Türkiye’ye de indi de bizim haberimiz yok.
İki gün önce Habertürk’teki Pelin Çift’in sunduğu Öteki Gündem’de üç konuk vardı. Mehmet Ali Bulut, Kemal Özer ve Oğuz Özyaral.
Programın özeti: Yediğimiz içtiğimiz her şey haram pardon zararlı. Bunun sebebi de şeytan ile işbirliği yapanlar. Amerikalılar ve İsrailliler insanlığı katletmeye yeminli.
Yukarıda özetini verdiğim programın içeriği korku filmlerini aratmayacak türden onun için daha fazla keyfinizi kaçırmak istemiyorum ki zaten çoğunu da biliyorsunuz.
Benim için daha ilginç olan Malezya uçağı ile ilgili Kemal Özer’in yorumuydu.
“Koskoca uçağın kaybolduğuna kimse beni inıramaz. O bölgedeki Amerikan üslerinden birine indirilmiş olma ihtimali yüksek,” diyordu.
Aslında çok mantıksız değil. Koskoca uçak. Hiç mi düştüğü yeri gören olmamış.
Neyse ben kaybolan Malezya uçağı hakkında ufoların günahını almıştım.
Şöyle bir a pat diye uçağı içindeki garibim yolcularla birlikte bilmem kaç ışık yılı uzaklığındaki adını sanını bilmediğimiz, sakinlerini hiç tanımadığımız bir evrene götürmüş olabilirler mi diyordum.
Bizim Malezya uçağından inen bi çare yolcular garip uzaylılar karşısında şaşkın, ezik ne yapacaklarını bilemiyorlardır.
Dedim ya, Nasa’nın bu güne kadar yaptığı ufolarla ilgili açıklamalara baktığınızda çok da gerçek dışı bir ihtimal değil. Peki Amerikalı bilim adamları böyle bir ihtimali neden hiç düşünmemiş gibi dile getirmiyorg Uzaylılara karşı güçsüz konumuna düşmek istemedikleri için olabilir mig
Malezya uçağı bulunamazsa işin içinde ufolar olma ihtimali artar.
Peki uzaylılar şu seçim arifesinde Türkiye’ye gelse ne olurg
Herkes başbakanın seks kasetini beklerken pat diye sadece uzaylılar gelse hayal kırıklığına uğrar mıyızg Mesela bütün ülke; “Hadi yaaa!” der mig
“Siz aklınızı kaçırdınız, yönetime el koyuyoruz!” deseler…
“Bunlar da Pensilvanya’nın işi,” diyerek onlara da alışır mıyız acabag
Sağlıcakla kalınız

Dursaliye Şahan
Ustam ve Ben intihal (mig)
Duyduk duymadık demeyin. Neriman roman yazıyor. Biçare okura bu zulmü yaşatamazsın dedim ama o ilk kocasının sıradan çapkınlıklarını cümle aleme duyurmaya kararlı.Bu acı gerçek karşısında bana düşen görevde, 200 sayfalık tefrikada ‘üç beş tane’ diye tabir edilen, aslında bir iki milyon imla yanlışını düzeltmek oldu. (Canım arkadaşım eserini! kıskanmadığıma başka türlü ikna olmayacağını söyledi.)
‘Yüzyılın aşk hikâyesi’ndeki yazım yanlışlarını temizledikten sonra bitap vaziyette şükür duasına durmuştum ki pat diye önüme attı.
“Al bu da lolipopun olsun!” dedi.
Aaaa! Elif Şafak’ın, Doğan Kitap’tan çıkan son romanı: “Ustam ve Ben.”
Piyasaya çıkar çıkmaz intihal iddiaları ile edebiyat gündemine balıklama dalış yapan şu mor kitap. Ünlü yazar Jose Saramago’nun ‘Filin Yolculuğu’ kitabından alıntı olduğu iddia edilmişti. (İnsanın adı çıkacağına canı çıksın.)
Bu kadar ünlü ve yetkin bir yazar üst üste intihal iddiaları ile yüzleşmeyi nasıl başarıyor bilemiyorum.
Sitemkar yanıt yerinde: “Üç yılımı verdim, çamur atmak bu kadar kolay mıg”
Burada durup, kitabın kısacık özetini vermekte yarar var.
“Hindistanlı küçük Cihan’ın eline doğan fil yavrusu Sultan Süleyman’a hediye edilir. Böylece maceralar zinciri başlar. Mimar Sinan’ın çırağı olan gözü pek kahramanımız, imkansız aşkında cesaretsizdir. Ve tabii bir kavuşamayan aşk ki; okuyucu sayfalar arasında tırısa kalkar haliyle. Yani bildik küçük tuzak. (Usta yazarların çoğu bunu yapar ve dahası okuyucu da bu durumdan memnundur.) Kitaptaki tek zarf bu değil. Bkz: “Ustamdan geriye kalan yüzlerce eserden ve binlerce, binlerce taştan bir tanesi var ki, altında gizli Arzın Merkezi.” Sonuna kadar o taş nerede ve de altından ne çıkacak diye bekliyorsunuz.
Bütün bildik kurallara rağmen yazarın dil zenginliği dinlemekten bıkmadığınız bir dostunuzun hoş sohbeti gibi sizi sürüklüyor. Kitap beni çarptı filan diyecek halim yok ama okurken keyif aldığımı rahatlıkla söyleyebilirim. Ya da Neriman’ın yaptığı işkenceden sonraki yorgunluk kahvesi gibi oldu diyelim.
Kitabın baba cümlelerinden; “Öğrenme aşkıyla geçti ömrümüz,” ise son satıra saklanmış yine o ulvi aşka yapılan gönderme.
Konumuza, intihal iddiasına dönecek olursak; telif mağduru bir yazar olarak bu tür vakalara duyduğum ilgi kadar objektif olmaya da özen gösteriyorum.
Eser hırsızlığından mağdur olmak nasıl can yakıyor iyi biliyorum ama haksız yere itham edilmek de onur kırıcı olsa gerek.
Son söz olarak şunu söylemeden edemeyeceğim. Elif Şafak; raflardaki sırası tartışılsa da rüştünü ispat etmiş bir yazar. Dili bu kadar ustaca kullanabilen bir sanatçı konu bulmakta, kurgu yaratmakta zorlanabilir mig Bence işin en kolay yanı bu. Bu hayatta konudan bol bir şey yok. Hatta hayatında hiç roman yazmamış biri bile size harika konular önerebilir. Muhteşem bir hikayeyi anlatıp size istediğinizden fazla ilham verebilir ama işin püf noktası başka bir yerde. Topraktan çıkan nice maden, ham haliyle bir şeye benzemez ama iyi bir sanatkarın elinde bakanı büyüleyebilir.
Bana göre Elif Şafak gibi ele aldığı konuyu hakkıyla işleyebilen edebiyatçı az.
En kısa sürede Saramago’nun kitabını okuyup düşüncelerimi yazacağım.
Sağlıcakla kalınız.

Dursaliye Şahan
Sevimli hırsızlar
Kulak arkası ettiğimiz duyumlardan biridir: “Kanserin çaresi bulundu ama ilaç firmaları büyük bir endüstri olduğu için açıklanmıyor.”Hoş kulak arkası etmesek ne olacakg Belgesellere konu olan, bu gözü doymak bilmeyen firmalar şifadan çok zehir dağıtıyor gibiler. (Piyasadan çekilen ilaçları anımsayın lütfen.)
Hükümetleri kukla haline getiren bu dev firmalar dünyanın kaderine de hükmedecek hale gelmek üzereler.
Kanser ve daha bir sürü hastalık çığ gibi büyüyormuş! Bu da zaten onların işine gelmiyor mug
Peki konunun uzmanları ne diyorg Uzun uzun konuşuyorlar ama ben buraya en önemli cümlelerini aldım.
Prof Dr Pınar Saip: “Bunu keşfetmiş firma zaten köşeyi döner. Hem bu tür bilgilerin gizli kalması mümkün değil.”
(Tabii. Örneğin NASA’daki bilgilerin çoğu kamuya açık!)
“İlaç araştırmaları büyük bir sermaye gerektiriyor. Bu nedenle daha çok ticari değeri olan çalışmalar ağırlıkta. Hükümetler akademi kaynaklı ilaç çalışmalarını özendirecek tedbirler almalı.”
SSK ve Bağ Kur’un kasasını herkesin eline bir torba ilaç tutuşturarak boşaltırken ilaç firmalarını palazlıran, hediyeler, primler alan doktorların yapacağı akademik çalışmalardan mı söz ediliyor acabag
Bakın Profesör İbrahim Güllü ne demişg “…kanserin bir ilacı varsa hiç vakit kaybetmeden istediği fiyattan bütün dünyaya pazarlar, tüm diğer firmaları alt eder ve dünya piyasasına hakim olur.”
Evet. İlaç firmalarının aynen bu mantıkla çalıştığı zaten aşikar. Hatta sektördeki patronların rüyaları da muhtemelen şöyle: Can çekişen milyonlarca insan yalvar yakar ilaç firmalarının kapısında. Onların kasasında ise bu insanları hayata döndürecek ilaç var. İlacı hastalara dağıtıyorlar ama bir şartla. Hasta neyi var neyi yoksa ilaç firmasına bağışlıyor. İyileşiyor ve tabii hayata sıfırdan başlıyor.
Profesör Gökhan Demir: “Bu, ‘Amerikalılar marslıları biliyorlar, onlarla ilişki içindeler ama dünyadan saklıyorlar’ gibi bir şehir efsanesi.”
Tarihteki birçok şehir efsanesine bakın. Acı gerçeklerden oluştuğunu göreceksiniz.
Şimdi gelelim ilaç firmalarına. Örneğin NTV’den Tülay Karabağ kanser ilaçlarını üreten üç büyük firmaya bu soruyu yöneltmiş. Ancak bu ilaç firmaları yurt dışı bağlantılarını öne sürerek susmayı tercih etmişler. Manidar değil mig
Yukarıdaki haber iki yıl önce yayımlı. Geçtiğimiz günlerde de konuyla ilgili başka bir haber çıktı.
Başlık aynen şöyle: “Kanser ilacı fakirler için değil!”
Bayer’in Hollalı CEO&39;su Marijn Dekkers, 67 bin dolarlık kanser ilacı hakkında “Doğruyu konuşalım Biz bu ilacı fakirler için değil zenginler için geliştirdik” dedi.
Hindistan hükümeti Nexavar adlı kanser ilacının patentsiz üretimine onay verdiği için BAYER’in genel müdürünü çıldırttı. “Bunun adı hırsızlıktır. Doğruyu konuşma zamanı geldi. Biz bu ürünü Hindistan pazarı için geliştirmedik. Kanser ilacını batıda yaşayan ve maddi güce sahip insanlar için geliştirdik.”
Hindistan’daki ‘hırsızlar’ bu pahalı buluşu kaça satıyor dersinizg Sadece 177 dolara.
Amerika’da ve dünyanın birçok yerinde sivil toplum örgütleri BAYER’e karşı dava açmaya, firmanın ilaçlarını almayarak protesto etmeye hazırlanıyorlar.
Türkiye’den ses çıkmadı, ya da ben duymadım. Oysa BAYER’in en büyük müşterilerinden biri de bizim ülkemiz.
Sağlıcakla kalınız.

Dursaliye Şahan
Cinlerin selamı var
Öykü nedirgİmbikten süzülen bir avuç sözcüğün, yazarına mahsus sırasında has cümlelere dönüşerek; tam da o hayal anı için yaratılmış bir adem oğlunu resmetmesi denebilir mig
Neden olmasıng Dilin kemiği yok!
Peki, o seçilmiş sözcüklerin özene bezene çizdiği siluetlere edebiyat jargonunda ne deniyordug Karakter ya da kahraman…
Elle tutulmasa da; en küçüğünden en büyüğüne kadar bütün karakterler capcanlıdır.
Dahası ölümsüz…
Yeter ki; sarı saman kâğıda bir kez dökülmeyi görsün.
“Ah ben bu eseri doğurmak için ne sancılar çektimg
Gecemi gündüzüme kattım,” diyenlere fazla itibar etmeyin.
Nezaketen gülümsemekle yetinin.
Emin olun en muhteşem karakterler ansızın gelir.
Açık kalan pencereden içeri süzülen kelebek gibi bir a varlığı ile yazarı sersem eder.
Her birinin kanadında ayrı bir nakış…
Bakanı sarhoş eden bin bir renk…
Anlayacağınız yazar mı karakteri yaratır yoksa karakter mi yazarı; orası biraz tartışılır.
Ben o alemdeki bütün kahramanların kendi yazarlarını özgür iradeleri ile seçtiğine inanıyorum.
Cin taifesi ile akraba bir kahramanın korkak, hımbıl bir yazarı seçtiği nerede görülmüşg
Olur da bir gün sahaflarda ‘tedavülden’ kalkmış bir öykü kitabı görürseniz, sayfalarını özenle karıştırın. Bazılarında cinlerin selamını, bazılarında meleklerin gözyaşını göreceksiniz…
Şahsen cinlere de meleklere de kapım her zaman açık olmuştur.
Onlar da bunu bilir.
Ne zaman bir fani; “Benim hayatım roman,” diyerek başlasa önce solumdaki sonra sağımdaki sıkılır.
Fanilerin hikâyesi ya cin taifesinin elinden ya da meleklerin dilinden geçmeden öyküleşemez.
Aslında her bebek kendi hikâyesinin efendisi olarak doğuyor ama sonra büyü nerede bozuluyor da o gül kokulu bebek hikâyesini kaybediyor anlamak zor.
Siz siz olun kendi hikâyenizi köpürtün. Köpük köpük olsun.
Hatta arada bir baloncuklar yapıp önünüze gelenin yüzüne üfleyin.
Göreceksiniz fareli köyün kavalcısı gibi peşinizde kuyruk olacaklardır.
Dünya Öykü Gününüz kutlu olsun.

Dursaliye Şahan
Sevgililer için notlar
Bir duyuru:Bildiğiniz gibi 14 Şubat Dünya Sevgililer Günü, aynı zama da Dünya Öykü Günü. Her sevgilinin bir tarihçesi her aşkın bir öyküsü var. Tamam, ama sevgili ve aşk konuları şimdilik bir yana. Duyurunun ana konusu öykü ve romanlar.
Okuyan herkes bilir. Her kitabın baba cümleleri olur. Kimileri not alır, ezberler, tavsiye eder, altını çizer, en azından hımm der.
Ben not alıp biriktirenlerdenim. Bazı cümleleri yazarın o kitabı yazmasına neden olduğunu düşünürüm.
İnternet sağ olsun zaman zaman böyle seçkiler geliyor. Hatta yağıyor demek daha doğru.
Bu şekilde gelenleri de biriktiriyorum. Dosya kabardıkça kabarıyor.
Aşağıda birkaç tane örnek seçtim. Siz onları okuduktan sonra duyurunun sonunu göreceksiniz.
Az ümit edip çok elde etmek hayatın hakiki sırrıdır.
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu / Peyami Safa
Avrupalılar burada yaptıklarımızı görürse mahcup olurum diye mi korkuyorsung Onlar o modern dünyalarını kurabilmek için ne kadar adam astılar biliyor musung
Kar / Orhan Pamuk
Yürürken bir şeyleri hatırlamak istediğimizde adımlarımız yavaşlar; unutmak istediğimizde ise hızlanır!
Veba / Albert Camus
İnsanlar korktukları başlarına gelmesin diye, daha büyük tehlikeleri göze alırlar.
Da Vinci Şifresi / Dan Brown
Dünya öylesine çiçeği burnundaydı ki, pek çok şeyin adı yoktu ve bunlardan söz ederken parmakla işaret edip göstermek gerekirdi.
Yüz Yıllık Yalnızlık / Gabriel Garcia Marquez
Bir ömür boyu aradığım hece harfinin lâ olduğunu bildim.
Lâ Sonsuzluk Hecesi / Nazan Bekiroğlu
Senin beni unutma ihtimalini hatırlayıp çıldırıyorum bazı günler ve bazı geceler yüzünü eskisi gibi hayal edemeyeceğimden korkup kahroluyorum. Sonra tövbeler ediyorum. Seni unutma ihtimalini düşündüğüm için.
Aşkname / İskender Pala
Senin buraya gelmenin sebebi sadece bizim “gel” dememiz değil, ayrıca onların sana “git” demeleri. Hiç kimseye “kötüdür” deme. Aslında onlar, bilmeden iyilik eden insanlardır.
Suskunlar / Spoiler
Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insır… Bu da gösterir ki, zaman ve mekân, insanla mevcuttur!
Saatleri Ayarlama Enstitüsü / Ahmet Hamdi Tanpınar
İşte şimdi tam da böyle bir derleme kitabın hazırlığı var. Okuyucunun Seçtikleri. Yani derleyenin ya da bir yayınevinin seçtikleri değil. Birbirinden bağımsız okuyucuların seçtiklerinden oluşan bir kitap.
Kim tarafından seçildiği de belirtilecek olan bu kitabın diğerlerinden daha sağlıklı olacağını düşünüyorum.
Siz de bir okuyucu olarak bu kitaba katkıda bulunabilirsiniz. Seçtiğiniz cümleyi/paragrafı kitabın ve yazarın adı ile birlikte gönderebilirsiniz.
Proje bu. Bir dahaki Dünya Öykü Günlerinde yayımlanması planlanıyor.
Çorbada benim de tuzum olsun diyorsanız aşağıdaki elektronik posta adresine; not aldığınız veya duyduğunuz öykünün, romanın o anlamlı cümlesini yazarak gönderebilirsiniz.
yazi.atolyesi@hotmail.com

Dursaliye Şahan
Siirt Valisi’nden açıklama
Geçen hafta ‘çocuk gelinler cehennemi’ ile ilgili yazımı Avrupa Gazetesinden sonra Uçan Süpürge ve bazı internet gazeteleri de yayımlamıştı.Ben de Siirt Valiliği başta olmak üzere birkaç sivil toplum örgütü ile bazı köşe yazarlarına yönlendirmiştim.
Amacım muhtarların ve resmi kurumların bu konuda somut önlemler alması gerektiğine vurgu yapmaktı. Örnek olarak da zorunlu deprem sigortasını göstermiştim.
Siirt Valisi Ahmet Aydın bugün (22 Ocak Çarşamba) Yapraktepe Köyü Muhtarı Mehmet Arif Kartal hakkında soruşturma başlattığını belirterek bir açıklama yaptı.
“Pervari’deki muhtarımızla ilgili küçük yaşta evlenen kızımızı bildirmediğiyle ilgili soruşturma başlattık. Bununla aynı zama da jarmaya talimat verdik; bundan sonra küçük yaşta evlenmelerle ilgili veya resmi nikah olmadan imam nikahı kıyanları bildirmesi noktasında tüm arkadaşlar, karakollar, ilçe jarma karakolları uyarıldı. İleride bir toplantı yapacağız. Burada muhtarın sorumluluğu nedirg Arkasından öğretmenin sorumluluğu nedirg Ve bu işi yapan imamın sorumluluğu vardır. Özellikle 16 yaşından küçüklerle ilgili geçen sempozyumda da konuştuk, bilgilendirme yaptık. Hakikaten bunun üzerine eğiliyoruz, küçük yaşta evlenmelerin inşallah en son önüne geçeceğiz. Pervari Kaymakamı’na talimat verdim, yazı işleri müdürümüz devam ettiriyor. Sonuç itibariyle buradan çıkacak sonuca göre, gerekiyorsa da yargılanması da gündeme gelebilecek. Durumu bildirmesi gerekiyordu, orada muhtarın bir ihmali var.”
Yukarıdaki açıklamada en çok ‘bundan sonra’ sözü umut veriyor.
Kendi adıma bu haberi duyan muhtarların ve imamların en azından eskisi kadar rahat davranmayacaklarını düşünüyorum.
Kamuoyuna, özellikle de kadınlara yani bizlere düşen en önemli görev; çocuk gelin vakalarına sessiz kalmamak.
Sağlıcakla kalınız.

Dursaliye Şahan
Çocuk Gelinler Cehennemi
Türkiye’de ne varg Örneğin DASK var. Zorunlu Deprem Sigortası. Ev alırken veya miras kaldığında bile tapunuzu alabilmek için yaptırmak zorundasınız. Hatta afet sonrası ödeme yapılmayan köy evlerine bile getirilmiş. Üstelik köylerde şehirdeki evlerin 5 misli prim alındığı söyleniyor.Bu sigortadan kaçış yolug
Diyelim ki yeni evinize su veya elektrik bağlatmak istiyorsunuz. Elektrik veya Sular İdaresi sigorta fotokopisini mutlaka dilekçenin altında görmek istiyor. Yani kaçma ihtimali sıfır. Pardon! Bir yolu var aslında. Mülkten vaz geçmek.
Şimdi gelelim şu haberlerde tekerleme haline gelen; çocuk gelinler konusuna.
Çocuk gelinler sıralamasında Türkiye Avrupa ülkeleri arasında ikinci sırada.
Son olarak 12 yaşında evlendirilip, 13&39;ünde anne olan, ikinci çocuğundan sonra da intihar süsü verilen Kader Ertem’e vah vah dedik.
Kesinleşmeden intihar süsü demek basın yasasına göre suç ama bana göre Kader öldürülmediyse de intihara zorlığı kesin. Çünkü 12 yaşında evlendirilmek bir çocukta ancak intihar motivasyonu yaratabilir.
Neyse haberimize dönelim. Biz manşetlerde ne gördükg Askerde olduğunu öğrendiğimiz kocanın aileleri ile geride kalan bebek.
Muhtemelen soruşturmadan önemli bir şey çıkmayacak. Zaten biz de o ara ya unutmuş olacağız ya da yeni bir çocuk gelin hikayesini duyacağız. Kaldı ki; 13 yaşında anne olan kızın kocasını, babasını, annesini hapse atsanız ne olurg Onu gören diğerleri küçük yaşta kızlarını evlendirmekten vaz mı geçeceklerg Asla!
Benim ilk aklıma gelen muhtar oldu. Kader’in yaşadığı o köyün muhtarı neredeg Haberde adı bile geçmiyor. Peki, muhtar ne demektig Sözlük anlamı: “Köy veya mahalle tüzel kişiliğinde yönetimin başında bulunan seçilmiş kişi. Yasaları ve hükümet emirlerini halka duyurur. Köy içinde dirlik ve düzen sağlar. Görevini aksatan muhtarlar vali veya kaymakam tarafından azledilebilir.”
Eeeg 12 yaşında evlendirilen Kader’den muhtarın haberi yok muydug Peki, siz çocuk gelin haberleri içinde hiç suçlanan bir muhtar gördünüz müg Ya imamg Bu çocuklar resmi nikah olamadıkları için imam nikahlarını yine devlete resmi olarak bağlı imamlar kıyar.
Biliyorsunuz muhtarlar ve imamlar da devletten tıkır tıkır maaş alırlar. Bildiğiniz devlet memurları gibi.
Eğer köyündeki bir çocuk gelin vakası ile bir muhtar suçlansa ve görevinden azledilse, maaşını kaybetse sanıyor musunuz ki diğer bir muhtar başka bir çocuk geline izin verirg
Yani devlet Zorunlu Deprem Sigortası’nda gösterdiği kararlılığı bu konuda gösterse bizim ülkemiz çocuk gelinler cehennemi olabilir miydi dersinizg
Sigorta şirketleri üzerinde dönen para o kadar büyük ki; lobisi de o denli güçlü.
Yetişkin olmadan cinsel istismara uğrayan binlerce çocuğun üzerinde böyle dönen bir para yok ki. Sonuçta bu çocukları anne babaları evlendiriyor. Yani oy kullıranlar evlendiriyor, küçük kızlar oy kullanmıyor ki…
Çocuk işçiler, dilencilik yaptırılan çocuklar, eğitim hakkından alıkonan çocuklar…
Birilerinin parmak hesabında çocukların sırası yok. Bütün mesele bu.

Dursaliye Şahan
Hepsi Hikâye
Klasik laftır; “Herkesin bir hikâyesi var,” derler. Oysa gerçek hayatın kahramanları kendi hikâyesine aldırmaz. İnanmadığı bir hikâyeyi kurgulayıp, etrafındakilere yutturmaya çalışır.Elinde kalem olmayanlara yazar denmez…
Böylece günlük hayatın içinde sıkça karşımıza çıkan senaristler, meddahlar, masalcılar dinlenir ama yetenekleri takdir edilmez.
Hikâye anlatmak gizli bir kural gibi işler. Bakın medyaya. Bu konuda kim eline su dökebilirg
Yalan söylemek ve sahtekarlık suçtur!
Bakın bunun için bütün siyasetçilerimiz sadece doğruları söylemektedir!
Bütün bunlara eyvallah. Aldatılmayı kanıksadık. Hatta genlerimize işlemiş ses çıkarmıyoruz. Ama kötü olan; yalanları yutmakla kalmayıp bir de baş tacı etmemizi istemeleri. Yani o binbir güçlükle yuttuğumuz yalanları savunmamızı istemeleri çok kötü.
Hatta korkutucu.
Yıllardır öykü yazıyorum. İyi bir öykücüyüm diyemem. (Murathan Mungan var.) Ama bir konuda tevazu gösteremem. İyi öyküyü hemen, daha ilk cümlesinden anlarım. Bazen öyle hikâyeler duyuyorum ki kendi kendime; “Kalemsiz bu kadar iyi yazabiliyorsa eline kalem alsa kim bilir ne cevherler döker,” diye düşünüyorum.
Herkes nasıl böyle çalçene senaryolar, masallar, hikâyeler, öyküler üretebiliyor dersinizg Hayal ile gerçek algımızın körelmesi nedenlerden biri olabilir mig
Bütün bunlar nereden geldi aklımag Dün akşam Ahmet Mithat Efendi’yi düşündüm. 170 yıl önce 1844 yılında doğmuş. Letaif -i Rivayat kitabının yazarı. Türk edebiyatındaki ilk öyküyü onun yazdığı söylenir. Ben emin değilim. Hele o yıllarda Allah bilir nice yazarlar yaşamıştır. Sonra da sessizce bilinemeden kendi hallerinde ölüp gitmişlerdir. Hepsi ışıklar içinde uyusun. Gün ışığına çıkmamış nice eserler kaybolup gittig Bu başka bir konu.
Gelelim Letaif-i Rivayet kitabına. Suizan; Türk edebiyat tarihinde birçok yerde ilk öykü olarak kabul edilir.
Hikâye Paris’te geçiyor. Kahramanının adı belirtilmemiş.
İşte bu adı yazılmamış olan kahramanımız; yağmurlu bir günde evine yetişebilmek için bulduğu ilk arabaya atlar. Arkadaşı Simon’a rastlayınca yolunu değiştirip onun evine konuk olur. Arkadaşının karısı Polin ile dayı oğlu Şarl arasında duygusal bir yakınlık olduğunu sezinler ya da öyle sanır. Öyle ki bir doğulu kafasıyla yasak aşkın faillerini öldürmeyi planlayacak kadar ileri gider. Oysa gerçek çok farklıdır. Katil olmasını gerektirecek en küçük bir neden yoktur.
Edebiyat tarihimizdeki bu öyküyü okuyunca şöyle düşündüm. Demek ki bundan 150 yıl önce bir erkek arkadaşının namusunu da kurtarmak zorunda hissediyordu kendini. Yani öyle… Hapse girme riski hatta asılarak yaşamını kaybetmesi önemli değilmiş.
Günümüzde en salak erkek bile arkadaşının namusunu kurtarmak için ilk kez gördüğü karısından şüphelenip onu öldürmeye kalkmaz. Magalar dahil. Yani arkadaşının namusunu arkadaşına bırakır değil mig
Sanatın bütün dallarında olduğu gibi edebiyat da yaratıcısının iç dünyasını yansıtmakla kalmaz, çıktığı toplumun da aynasıdır.
İşte bunun için okumak gerek. Yaşadığımız olayları daha iyi anlayabilmek için… Belki o zaman çevremizde anlatılan hikâyelerin alt yazılarını çözebiliriz. Elinde kalemi olmayan ‘hikâyecileri’ de anlamak gerek.
Sağlıcakla kalınız.

Dursaliye Şahan
01 02 2014
Doğan Tarkan
Ne zaman nesli tükenmekte olan bir hayvan türü duysam içim burkulur. Nuh’un gemisi gelir aklıma.Kıyamet kopsa…
Bir uzay gemisi gelse…
Elbette içinde bir melek olacaktır…
Eh o güne kadar kendi türümüzden başka hayvan bırakmadığımız için mecburen seçim de insan türünden olacaktır.
Artık o nasıl bir dünya olacaksa…
Ne tür insanlar hangi sırada gemiye binerdi dersinizg
Kıyamet koparsa bir meleğin (ya da insanüstü bir varlığın) yeryüzüne inme ihtimaline inanıyorum. Siz de inanın. Var olan masumların öncelikli olacağına da inanıyorum.
Endişem kaybolan insan türleri ile ilgili.
Hani bazen filmlerde, bir çift söz için bir ömür boyu bekleyen aşıkları seyrederiz. Çok eskilerde yaşanan o hayatlar…
Artık gerçekleşmesi mümkün olmayan o aşkları seyretmek bile bize iyi gelir.
Ya ateş olup yananlar….
Arkasından gelenlere ışık olmak için kendi ateşine çıra olanlar…
Devrim için yaşamlarını feda edenler…
Tek tük de olsa onlardan hâlâ var.
Geçen hafta Dağan Tarkan’ın ölüm haberini aldığımda bunlar geldi aklıma.
Nesli tükenen hayvanlar, kıyamette gelecek olan Nuh’un gemisine benzer bir uzay aracı ve ona binecek insan türleri.
Komünistler, sosyalistler o eski aşklar gibi yok olduğunda bu dünyada masum kim olacakg Sanatçıları, yeşilleri, sıradan insanları ve bebekleri de unutmamak gerek elbette.
Ama komünistin, sosyalistin olmadığı bir Nuh’un gemisi bu dünyadan eksik ayrılmış olmayacak mıg
Devrimci Sosyalist İşçi Partisi Başkanı olan Doğan Tarkan 25 Aralıkta Taksim metrosuna binerken kalp krizi geçirerek yaşamını kaybetti.
Düzene karşı mücadele eden örnek bir devrimciydi. Demokrasi için savaşmaktan hiç yılmadı.
Bütün devrimcilerin başı sağ olsun.

