Günün Kitabı -Yalancı Tanıklar Kahvesi / Abidin Parıltı
Vedat Türkali büyük yazardı, çok büyük yazar…
Yalancı Tanıklar Kahvesi, Vedat Türkali’nin yeni romanı.
Doksanında bir bilge Vedat Türkali. Son derece berrak bir zihinle yazılmış bu
romanda 1980 öncesi Türkiye toplumunun karmaşası içinde var olmaya çalışan, bu
ülkede bir şeylerin muhakkak değiştirilebileceği umudunu taşıyan gençlerin yeni
bir dünya özlemini anlatıyor. Romanın başat karakteri Muhsin zengin bir ailenin
daha doğrusu bir ağanın oğlu olmasına rağmen başlangıçta ailesini ve servetini
reddeden bir yapıya sahip. Bu serveti devrim uğruna harcamayı düşünüyor. Bu
yüzden sık sık arkadaşlarına ve yoldaşlarına yardım ediyor. Sık sık âşık
oluyor, tam olarak devrim hareketinin içinde bir türlü yer alamıyor, kendini
oluşturmak için çaba harcıyor.
Muhsin ve Salih iki ayrılmaz dost olmalarına rağmen zıt iki karakterler. Salih
devrim düşüncesini pratiğe döken ve sonunda bu uğurda canını veren birisi,
Muhsin ise hep düşünen ama yapamayan ve çelişkileri içinde kıvranıp duran biri.
Muhsin’in tutkun olduğu Reyhan ise etliye sütlüye bulaşmayan, aşkını ve anını
bütün dürüstlüğüyle yaşayan bir karakter… Türkali bu roman boyunca 1980
öncesi sol hareketleri de sorguluyor, dine uzak kalındığını, dolayısıyla
toplumla bir türlü uzlaşılamayıp, toplumla empati kurulamadığını vurguluyor.
Romanın karakterlerinden birinin ağzından söylersek “inançlarımıza bağlı
kalalım derken, bellediklerimize bağlı kaldık” deniyor. Bu manada Türkali 1980
öncesi hareketleri yeniden sorgulamanın ve yanlışları bulmanın önemine dikkat
çekiyor.
Romandaki neredeyse bütün karakterler bütün iyi niyetleriyle davalarına sahip
çıkmanın peşindeler. İnançları uğruna ölümü göze alıyorlar. Sadece temel
karakter Muhsin bir türlü cesaretini toplayıp onların arasında tam olarak yer
alamıyor. Hep kıyıda duruyor. Bu yüzden romanın bir yerinde korkaklığına vurgu
yapıyor. Korkak olduğu için yaşamaya devam ettiğini düşünüyor. Türkali, Yalancı
Tanıklar Kahvesi romanında toplum içinde bir türlü barınamayan, kendine tam
olarak bir yol çizemeyen, sık sık çelişkiler yaşayan bir karakterin üzerinden
kökleri günümüze kadar gelen ve çokça her dönem tartışılan siyasal gelişmeler,
sağ-sol çatışmaları, şeriat-laik uzlaşmazlığı, Kürt sorunu ve Alevi sorununa
değiniyor. Biz de doksanında bilge bir çınar olan ustamız Vedat Türkali’yle
konuştuk.
Yalancı Tanıklar Kahvesi’nde, Türkiye’nin hiç bitmeyen
sancılarını anlatırken bir karaktere odaklanıyorsunuz. Bu karakter üzerinden
bir yandan dönemi analiz edip, sorular sordururken bir yandan Muhsin’in ciddi dönüşümlerine
şahitlik ediyoruz. Bu anlamda romanınızı psikolojik yönü ağır basan bir
karakter romanı olarak değerlendirmek mümkün mü?
Roman, ‘tiplerden’ ‘tipik karakterler’ yaratma uğraşıdır. O çaba, alınan
kişinin ‘psikolojik’ boyutlarını doğru yansıtmayı gerektirir. Kişinin, içinde
var olma savaşı yürüttüğü toplumdaki konumu, yaşam biçimi dosdoğru
yansıtılmadan ‘tipik karakter’ oluşmaz. Toplumun önemli bir tarihsel
aşamasındaki insanlarımızı anlatmaya çalıştım. Başarabilmişsem, dediklerim
doğru anlaşılabilmişse, isteyen istediğini söyler!
Romanın daha ilk sayfalarından itibaren karakterlerden biri
şöyle diyor: “Biz bir şeyi hep yanlış yaptık bu ülkede.” Bu roman biraz da bu
yanlışları anlatmak, sol üzerine bilinen düşünceleri yıkıp yeni sorular
sordurmak adına mı yazıldı?
Yalnız ‘sol’ değil, ‘sol-sağ’, ülkede yaşayan herkesin, özellikle emekçilerin
safında olanların, bugünkü ‘globalist’ çöküşü yaşayan dünyadaki konumumuzu da
doğru saptayabilmek için bu soruları ciddi biçimde sormaları gerekir.
Romanlarınızda dikkati çeken önemli unsurlardan biri savaş da
olsa, darbe ortamlarını hazırlayan çatışmalar da olsa kişilerinizin gündelik
yaşamları bütün zorluklara rağmen devam ediyor. Örneğin Muhsin, bütün
sıkışmışlığına rağmen aşktan vazgeçmiyor. Bir yandan devrim umudu sürerken bir
yandan aşkı arıyor. Ancak devrim umutları darbeyle sonlanırken o geleneklere
uyup kasabasında evlenme kararı alıyor. Burada aslında umudun hâlâ diri
olduğunu mu söylüyorsunuz?
Söylemek istediklerimi romanımda söyledim. Söz roman kişilerinde artık. Okuyucu
onları sorgulamalıdır. Onlar neyi, niçin yaptıklarını anlatamamışlarsa ben ne
diyeyim!
Muhsin, ortada bunca sorun varken aşkla uğraşılır mı diyor. Ama
her defasında çareyi aşka sığınmakta buluyor. Belki de bu tespit romanın
önermesini de oluşturuyor. İnsanın belki de en çok böylesi zamanlarda aşka
ihtiyacı oluyor. Ne dersiniz?
Benim ne diyeceğim değil, romanın ne dediği önemli… Aşk herkesin temel
gereksinimidir. Bu soygun, sömürü düzeninde, milyonlara kişi açlık düzeyinde
kıvranırken aşk da çamurlara bulanır. Emekçi yığınların kurtuluşu için kavgaya
girmiş devrimciler, güç günlerin ağır koşullarında, gerekti mi bireysel
tutkuların çekiciliğine direnebilmek gücünü korumaya çalışırlar. Bir özveridir
bu; önemli bir çelişkidir… Bu sınavı yitirmemek için önlemler arayışında
Muhsin de.
Bütün roman boyunca dikkati çeken diğer iki unsur ise yalan ve
paranoya. Hem toplumsal ilişkilerde hem de duygusal ilişkilerde derin bir
paranoya söz konusu. Bu paranoya olma hali dönemin ruhuyla doğrudan ilişkili
sanırım.
Toplumumuz, tarihsel yapısından gelen ‘paranoya’ olgusuna elverişli bir yapı
taşıyor. ‘Bütün romana egemen’ bir paranoya yargısı asıl anlatılanı gözden
kaçırmak olmaz mı? Kişilerdeki kaygıları, tedirginlikleri, sırasında
kuruntuları işlemek gerçeği yansıtmak için kaçınılmaz yöntem. Kara baskılı bir
toplumda bireyin çektiği çiledir bu. Romanda o durumu yaratan yapı
tartışılıyor. Okuyucu bu tartışmaya bilinçlice katılırsa romanı mutlu etmiş
olur!
Romanda din olgusu başat bir özellik taşıyor. Bu olguyu
işlediğinizde Dr. Hikmet Kıvılcımlı’ya çokça başvuruyor ve onun sol hareketler
içinde dini ele alan tek düşünür olduğunu vurguluyorsunuz? Din konusunda
Kıvılcımlı’nın diğer sol hareketlerden farklı olan düşünceleri neydi?
Bu konuyu konuşmak böyle bir söyleşiyi çok aşar. Bunlarla ilgili çok yazdım;
konuştum da. İlgilenenler Kıvılcımlı’nın yeniden yayımlanmaya başlayan
kitaplarını okusunlar. TKP tarihi için de Güven romanını salık veririm. Biz
Doktor Kıvılcımlı’ya çok şey borçluyuz. ‘Din sorunu’ da, temel doğrulara dayalı
biçimde tüm romanda tartışmaya açılıyor.
Doksan yaşındasınız. Ama romanınız hayranlık uyandıracak bir
şekilde oldukça diri ve berrak bir zihinle yazılmış. Nasıl yazıyorsunuz? Nasıl
çalışıyor ve hikâyenizi nasıl kuruyorsunuz? Size yardımcı olan birileri var
mı?
Gövde sağlığım açısından ‘oldukça’ iyi durumdayım. Kafamdan bir yakınmam yok;
yakınlarımın da bir uyarısı olmuyor. Kafamın ‘oldukça diri’ olduğu konusundaki
incelikli değinmeniz için ‘sağ olun’ diyerek soruyu kapatıyorum! Beni değil,
romanı konuşuyoruz. Çalışmalarımda baş yardımcım Sebahat Özdemir. Gereğinde
dostlarıma da baş vururum.
YALANCI TANIKLAR KAHVESİ
Vedat Türkali
Turkuvaz Yayınları
2009
407 sayfa
18 TL.