Keklik Pınarı / Mustafa Söylemez

“Beş yıl geçmişti. Bu öyküyü yazan kişide ölmüştü. Anlayacağınız yani ben…”
Ölülerinde nasıl yazmaya devam ettikleri ayrı bir konu. Bu konuyu öykünün sonunda anlatayım size. Keklikler büyük toplantı ve panellerini bitirdikten sonra bir ‘’Dünya barış bildirgesi’’ hazırlamışlardı. Eski Anadolu dillerinden resmi dil olan Akaadça ile yazılı olan anlaşma metni gümüş tabletlere kabartma olarak basılmıştı. Önce Asi Irmağı, Ceyhan Demirköprü, Adana Taşköprü, tarihi Silifke Köprüsü üzerinde panoda sergilendi. Kırık gün geçinde başka dillerde başka ülkelerde bu bildirge yayımlandı. Dokuz ay dokuz gün sonra dünyada savaşlar sona erdi. Silah fabrikalar üretim yapmıyordu. Kimse kimseyi öldürmez olmuştu. Bu durum doğa ve insan katili bazı çevreleri çok rahatsız etti.
Dokuzuncu kıtanın başkanı PONPONİ ve destekçileri Somtoni, Gülkoni gizli bir toplantı yaptılar. Bu başkanların karıları onları aldatıyordu. Bu konuda vidolar ve veriler toplanmıştı. Başkan Ponponi’nin hanımı Sillecon eski bir tiyatrocu ve mankendi. Çok iyi bir insandı. Başkandan kopmak istiyor akıldışı tehditler nedeniyle kopamıyordu. Bu öykümüzdeki kahramanlardan biriyle de İzmir Otellerinde geceledikleri saptanmıştı.
Sillecon ve tüm kadınlar için korkunç bir bomba üretilmek adına toplanan kurul beş günde bu bombayı hazırladılar. Sizi çok meraklandırmayalım. Bu bombayı hazırlayanlardan birisi ten bir genetik faktörü bozarak kadınları değil de erkekleri dünyadan silecek bombanın atılmasına neden oldu. İşin kötüsü Ponponi ve dostları da bu bombayla iki gün içinde öldüler. Bayan başkan Sillecon çok sevdiği birlikte olmadan yaşayamadığı erkekleri kurtarmak için hiçbir yol bulamadı.
Sadece beş erkeği kurtarabildiler, kurtarmak sayılırsa. Doğumda ölmüş olan beş kadına bu erkeklerin kafasını nakil yöntemiyle kurtarmış oldular. Bu beş erkek artık kadın bedeninde yaşıyorlardı. Oksijen bomba etkilerini taşıdığı için denizin içlerinde derin bir barınakta kaplumbağalarla birlikte yaşamaları ve özel bir oksijen solumaları şarttı. Orada timsah yiyen dev kaplumbağalar vardı. ’Dünya barış bildirgesi’’ koşullarına uyumlu olduklarından artık canlı etini timsahta olsa yemiyorlardı.
Erkek türü katil PONPONİ çılgınlığı, kıskançlığı savaş özlemi nedeniyle yok olmuştu. Yalnızca kadınların olduğu dünyada savaş yoktu artık. Beton yığınları evler kullanılmıyordu. Namus, paylaşma, para, klasik ahlak tasa olmaktan çıkmıştı. Giyinme, çıplaklık aşırı örtünme hiç yerde söz konusu değildi. Hâkimler, mahkemeler bir müze haline gelmişti. Erkek yoktu, artık sorun da yoktu. Zenginlik, gösteriş, moda, siyasi getirim sadece gülme vesilesiydi. Sanatın bile Gerekliliği kalmamıştı sanki. Ben bile deniz altındaki Kaplumbağalara ait şatomda öykü ve şiir yazma isteği taşımıyordum.
Erkeklerin dünyadan silinmesinde sonra Sillecon beni farklı bilimsel yöntemlerle arattı. Bir erkek yazar beklerken karşısında kafası erkek bedeni kadın bir kişi görünce hüzünlendi. Öykünün son kısmını yani bu satırları yazmam için çok arzuluydu.
Arsus’ta Gülcihan yakınlarında yapımı tamamlanmış olan Stratonike heykeli önünde bir veda yemeği yemek koşuluyla bu son bölümü yazdım. Artık oksijen üreticisi kumlar kurtulmuş tüm canlı nesilleri ve yaşam zinciri güvence altındaydı. Kaplumbağaların hiç duyulmamış bir ‘’Kaplumbağa sütü’’ diye değer varmış. Beni bu sütle besledikleri için atılan bombanın etkisi sıfırlanmıştı.
Sillecon’la aşkımız bu biçimde bir ömür sürdü. Dünya artık çok güzeldi.
-SON-
Mustafa Söylemez ( öykümün ikinci bölümü)