Dolar 39,5679
Euro 45,4626
Altın 4.284,38
BİST 9.102,02
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay 32 °C
Açık

Sahnelerimiz de Hormonlu Değil Mi? /Tekin Deniz

Sahnelerimiz de Hormonlu Değil Mi? /Tekin Deniz

Hangi konservatuvarın mezunlarıydı yılın belli zamanlarında çalakalem köy seyirlik temsilleri veren ana babalarımız? Şimdilerde bir laftır almış gidiyor: “Eskisi gibi oynanmaz o oyunlar, bu güne uyarlamak gerek…”

“Şekspir’i Şekspir kadar iyi oynamasını öğrendik ama Naşit gibi, Dümbüllü gibi oynamasını bir türlü öğrenemedik…” dedi bugün Ulvi Alacakaptan.

Tamam ama niye? Niçin böyle oldu?

Oysa ben tiyatro oyunlarında hep bir türkü sesi duymak istemişimdir. Hani içlerinde böyle müstakil olarak bize has bir taşlama, bir koşma, bir mani, iki çift dize görmek istemişimdir.

Orta oyunu ustaları tonlama yapmadan, gündelik ağızla doğal bir şekilde oynarlarmış rollerini. Peki sorun nerede çıktı? Ahmet Vefik Paşa’ya kadar gidersek de yine Moliere ustaya gidiyoruz da Meddah Kız Ahmet’lere, Kör Mehmet Efendi’lere, Kavuklu Hamdi’lere, Zenne Necdet’lere, Kambur Sadi’lere varamıyoruz.

Büyük usta Haldun Taner:
“Türk romanının Dede Korkut’tan,
Türk hikâyeciliğinin meddahtan,
Türk tiyatrosunun Orta Oyunu ve Karagöz’den,
Türk balesinin halk danslarının adımlarından, Türk senfoni ve çok sesli orkestrasının, halk müziğinin ritimlerinden, seslerinden oluşması gerektiğini anlayamadığımız sürece biz bu sanat dallarında ileri gidemeyiz.” bize biraz da bunu anlatmıyor muydu aslında?

Beylik bir söylem gibi olacak ama yoksa biz sahiden kendimizi mi sevmiyoruz? Evlere bakalım ne oldu? Ne olacak? İnsanlara ne olduysa o oldu: Daracıklaştı! Daracıklaşan sevgisizleşir. Sevgi olmazsa da insan kendi dilinden, kendi sesinden, kendi hikâyesinden uzak düşer.

Hangi konservatuvarın mezunlarıydı yılın belli zamanlarında çalakalem köy seyirlik temsilleri veren ana babalarımız? Şimdilerde bir laftır almış gidiyor: “Eskisi gibi oynanmaz o oyunlar, bu güne uyarlamak gerek…” -de güzel kardeşim sen neyi konserve ettin, neyi korudun ki onu sözümona “modernize” edeceksin?

Sofraları bölenler, sebzeyi meyveyi zehirleyenler, sanatı ve kültürü hiç sağ koyarlar mı? Sahnelerimiz de hormonlu değil mi? Bir obezite sorunu yok mu? Hatta dört koldan her yanına kanser yürümüyor mu? İşte o kanserli yeri kesip atmak da çare değil, yukarıda bahsettiğim gibi işi kaynağında çözmek gerek.

Nakış nakış halıların var, Şile bezlerin, yazmaların, Aşık Veysel’in, Mimar Sinan’ın, Pir Sultan’ın, Yunus’un, Dede Korkut’un, Karacaoğlan’ın var. Bu büyük isimleri var eden koşullar hâlâ orada. Hâlâ yıkıntılar arasında. Toroslarda tüten o yörük sobasının baca dumanını görüyorsan dağ gibi umut vardır bu memlekette. Bu memleket dediysem, bizim memlekette, Türkiyemizde.

Evet, Şekspir, Moliere, Brecht, Pirandello ve daha nicesi de olsun ama bu toprağın dilini, kokusunu, sesini, rengini aktaran eserler de olsun. Bu ama kabare olur ama epik bir deneme olur fark etmez. İçinde sahiden kendi cümlelerini konuşan sanatçılar bulalım kâfi.

Seyircinin beklediği nedir ki zaten? Biraz içtenlik, biraz sıcaklık, biraz kendi gibi olan o doku… Göremedikleri, günün koşturmacasından ıskalayıp bir ihtimal ihmal ettikleri daha sonra. Hepsi daha sonra…

Ben umutlu bir insanım! Gözüm daima Toroslardaki o yörük çadırında! Bir gün oradan çıkarız davullar zurnalarla, hep beraber bir oyuna girişiriz ki âlem nasıl şaşar bu işe!

İşte o kutlu günün özlemiyle, artık biraz daha kibirsiz değer verelim kendimize. Belki böyle böyle varırız hasret kaldığımız o aydınlık güzel günlere…

 

Administrator
Editörden Yazı Atölyesi, Çağdaş Türk ve Dünya Edebiyatı’nı merkezine alan bir Websitesidir. Yazı Atölyesi’ni kurarken, okurlarımızı günümüzün nitelikli edebi eserleriyle tanıtmayı ve tanıştırmayı hedefledik. Yazarlarımız, Yazı Atölyesi’nde, edebiyat, sanat, tarih, resim, müzik vb. pek çok farklı alandan bizlere değer katacağını düşünüyoruz. Bu amaçla, sizlerden gelen, öykü, hikaye, şiir, makale, kitap değerlendirmeleri, tanıtımı ve film tanıtım yazıları, anı ve edebiyata ilişkin eleştiri yazılarla, eserlerinize yer veriyoruz. Böylelikle kitaplarınızla eserlerinizin yer aldığı Yazı Atölyesi’nde, dünya çağdaş edebiyatı ile sanatın pek çok farklı alanında değer katacağına inanıyoruz. Yazı Atölyesi kültür sanatın, hayatın pek çok alanını kapsayan nitelikli edebiyat içerikli haber sunar. Bu nedenle başka kaynaklardan alınan, toplanan, bir araya getirilen bilgileri ve içerikleri kaynak belirtilmeksizin yayına sunmaz. Türkçenin saygınlığını korumak amacıyla ayrıca Türk Dil Kurumu Sözlüğünde önerilen yazım kuralları doğrultusunda, yayınladığı yazılarda özellikle yazım ve imla kurallarına önem verilmektedir. Yazı Atölyesi, üyeleri ve kullanıcılarıyla birlikte interaktif bir ortamda haticepekoz@hotmail.com + yaziatolyesi2015@gmail.com mail üzerinden iletişim içinde olan, bu amaç doğrultusunda belirli yayın ilkesini benimsemiş, sosyal, bağımsız, edebiyat ağırlıklı bir dijital içerik platformudur. Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz. http://yaziatolyesi.com/ Editör: Hatice Elveren Peköz Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz.   http://yaziatolyesi.com/   Editör: Hatice Elveren Peköz   Email: yaziatolyesi2016@gmail.com haticepekoz@hotmail.com   GSM: 0535 311 3782 -------*****-------
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.