Sartre ve Anılar | Hilmi Yavuz

Jean-Paul Sartre! İlkgençliğimizin, hayat tarzımızı değiştiren filozofu!
Hayat tarzımızı değiştiren, derken, bu değişikliği Sartre’ın Varoluşçuluk (Existentialisme) felsefesinin ilkelerine borçlu olduğumuz sanılmasın. Felsefe değil, 1944 sonrası Saint-Germains des-Prés kahvelerinde boygösteren Sartre hayranı genç varoluşçu Fransızların, onların hayat tarzı idi bizi derinden etkileyen. 1955 yılında, ondokuz yaşına bir üniversite birinci sınıf öğrencisinin, o güne kadar bir tek satırı bile Türkçe’ye çevrilmemiş olan Sartre’ın büyük yapıtını, L’Etre et Le Néant’ını, Fransızca’sından okuyup anlaması mümkün mü idi;-değildi elbet! Biz o yıllarda Varoluşçuluk’a, bir ‘bunalım’ olarak takılıyor; sürekli bunalan gençler olarak bu bunalımımızı dik yaka siyah gemici kazakları, kadife ceket ve pantolonlar giyerek; geceleri geç saatlere kadar Juliette Greco’nun plaklarını dinleyip ‘Gauloise’ ya da ‘Gitane’ bulamadığımız için ‘Birinci’ ve ‘Bafra’ sigaraları içerek; burjuvalara söverek (onlar, Fransız gençlerine özenip, bizim de sıklıkla Fransızca’sını söylediğimiz gibi, ‘salaud’ ;- yani,‘pislik’ idiler!); hayatın ‘saçma’, Dünya’nın bulantı veren lüzuci bir nesne olduğunu sık sık tekrarlayarak dışavuruyor; mutsuz, asi ve uyumsuz gençliği ‘oynuyor’duk! Beyoğlu’nun pastanelerinde otururken, kendimizi ‘Boul Mich’teki café ya da bistrolarda imiş farz ediyor, ne anlama geldiğini bilmeden (ve elbette, yine Fransızcalarıyla) ‘Existence’ (‘Varlık’), ‘Essence’ (‘Öz’) ‘, ‘Le Néant (‘Hiçlik’) gibi birtakım kavramları olur olmaz yerlerde kullanmaya özen gösteriyorduk. Sartre’ın yazılarını çoğunlukla kahvelerde, özellikle de ‘Le Flore’de yazdığını öğrenmiştik ya, biz de, elimizde defterlerimiz ‘Baylan’ yada ‘Lebon’da oluyorduk. Elhasıl, felsefenin Bihruz Bey’leri idik o yıllarda…
Sadece Varoluşçuluk’tan değil, Amerikan sinemasından da, özellikle James Dean’ın tipleştirdiği kimliklerde, 1950‘lerin bizim gibi yeniyetmeleri için, özenilecek hazır mutsuzluklar, bunaltılar ve başkaldırılar vardı. Bill Healey’in Rockn’ Roll’u ile Dünya sarsılmaya başlamıştı; sinema koltukları parçalanıyor, o lüzuci ve saçma, pisliklerin yönettiği burjuva dünyasını, sinema koltuklarını kırarak ya da Dram tiyatrosunda bizden önceki edebiyatçıları yuhalayarak yerle bir edeceğimizi sanıyorduk…
Elbette Sartre’ın bütün bu olupbitenlerden doğrudan sorumlu olduğunu söylemek mümkün değildir. Onun asıl etkisi, 1950’lerin yukarıda anlattığım o Beatnik ya da moda Varoluşçuluk’u üzerimizden geçip gittikten sonradır. İnsanın ne olacağını ,geleceğini belirleyen öz’ünü kendi özgür seçimi ile inşa edeceği (‘Varlık,.Öz’den önce gelir’) Sartre’ın ateist humanizminin temelkoyucu argümanı olarak, beni çok düşündürmüş, kendimce,o argümanı çürütecek akılyürütmelere kışkırtmıştır. Kışkırtıcıdır Sartre. Özgürlük, birey ahlakının olmazsa olmaz koşuludur Sartre için. Onun ‘ Hiçbir zaman Alman işgali altındayken olduğumuz kadar özgür olmadık’ sözü, özgürlüğün, ancak ölüm’le sınandığı ‘aşırı durumlar’da (‘situations extremes’) sahih bir seçimi işaret ettiğini gösterir.
Sartre, bir filozof olarak, iki ‘büyük anlatı’ ile uğraştı: Freud’un Psikanaliz’i ve Marx’ın Dialektik Materyalizm’i. Freud’un ‘Bilinçdışı’ kavramıyla hesaplaşması,’Varlık ve Hiçlik’ten önce ‘Bir Heyecanlar Teorisi Taslağı’nın meselesidir. Alman fenomenolojisinden (başta Husserl) temellük ettiği ‘cogito préreflexive’ kavramının, ‘bilinçdışı’nı mantıksal olarak imkansız kıldığını gösterir: her şeyin ‘farkında olan’ bu cogito, farkında olmazlık gibi görünen durumların ‘kendi kendini aldatma’ (‘mauvaise foi’) ile açıklanmasını mümkün hale getirir. ‘Dialektik Aklın Eleştirisi’ne gelince, Sartre’ın amacı, Dialektik Akıl’a, tıpkı Kant’ın Saf Akıl ve Pratik Akıl için yaptığı gibi, a priori bir temel bulmaktır.
20.yüzyılın büyük filozoflarından biri mi idi Sartre? Wittgenstein ve Heidegger’le birlikte, -evet!..